kapat

31.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


"Non Mea Culpa"

Bugünlerde Sabah başta olmak üzere, aynı yayın grubunda yer alan gazete ve dergilerdeki isim sahibi yazarların, bir "kamusal" ve "mesleki pertavsız" altında bulunması doğaldır. "Pertavsız"dan öteye "teleskop" altında...

Çünkü toplumun gündemine Etibank'a devlet tarafından el konulması oturmuştur ve bu gelişme odağındaki herşey, doğal olarak, tüm boyutlarıyla herkesin ilgi alanına girmiştir. 1998 mart başından beri Sabah gazetesi ve büyük bir medya grubunun sahibi ile Etibank'ın sahibi aynı olunca, Etibank macerasının izlediği seyir, tabii ki, herkesi ilgilendirdiği gibi, Sabah'ı, içinde yer aldığı medya grubunu ve en başta da "kanaat önderleri" konumunda sayılan yazar kadrosunu da ilgilendirir.

Özellikle, yıllardır, Sabah, gerek manşet politikası ve gerekse yazarlarının ele aldığı konulara yaklaşımı itibarıyla yolsuzluklara karşı pek duyarlı ve hararetli bir tavır almış gibi gözüktüğü için, son gelişme karşısında, mesleki ve kamusal projektörlerin Sabah yazarlarına dönmesine de şaşırmamak icap eder.

Türk basınının geleneğinde gazete sahipliği, geleneksel olarak, kalem ustalarına aitti. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren bu böyleydi. Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay, Ali Naci Karacan, Sedat Simavi, bir çırpıda akla gelen isimler... Bunlar, "kalem erbabı" idi ve herbirinin gazetesi vardı. Daha sonra, basın, yapısal bir dönüşüm geçirdi ve sermaye hareketlerine de bağlı olarak, bu yapı değişti. "Profesyonellik", ve dahası 80'lerin, 90'ların daha da karmaşıklaşan dünyası; muhabirlikte de, yazarlıkta da "uzmanlaşma"yı davet etti. Her konuda ahkam kesen yazar tipi yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı.

Örneğin ben, "uluslararası ilişkiler" öğrenimime uygun biçimde "sahada" dış politika muhabirliğiyle merdivenleri tırmanmaya başladım. Daha sonra köşe yazarlığı dönemi geldi. Yine, "uluslararası ilişkiler" ve "dış politika" öncelikli idi. Soğuk Savaş sonrası dönemde ve Türkiye'de, bu alan ile "iç gelişmeler" birbirinden ayrılamayacak bir hale bürününce, genel anlamıyla "siyaset yazarı" konumuna geldim.

Sanat-kültür sayfalarında ve ekonomi-bankacılık gibi alanlara hiç girmedim. Bilmediğim, bilgi birikimimin yetersiz kaldığı konularda kalem oynatmayı aklımdan geçirmedim.

Etibank ile ilgili durum, "ilke" planında ve "siyasi boyutları" itibarıyla elbette beni de ilgilendiriyor. Ancak, dikkat edildiyse, bu köşede Egebank ve öncesindeki banka operasyonuyla ilgili de tek satır bulamazsınız. Bu tür gelişmelere, genel anlamda siyasi boyutları itibarıyla yaklaştım.

Bunda da öyle olacak. Zaten oldu da. Bu gazetenin benim imzamın yer aldığı her vesilesinde bir "ilkesel" tavır vardır. İçi boş bir "yansızlık" yoktur. 28 Şubat sürecine, ısrarla ve kararlılıkla bu köşede tavır alındı. Süleyman Demirel'in görev süresinin uzatılmasına karşı adeta bir "kampanya" yürütüldü. Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığı ve "hukuk devleti" için aldığı tavır sonuna kadar desteklendi. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un bu yıl ve geçen yılki konuşmalarının arkasında sonuna kadar duruldu.

Yani?

Yani, kamu bankalarının özelleştirilmesindeki çarpıklıklar, 28 Şubat ile ilişkili değil miydi? "Cambaza bak" hesabıyla, kamuoyunun dikkatleri "irtica" üzerine yoğunlaştırılırken, bu bankaların devri bir dizi "faul" ile gerçekleştirilmedi mi? Bunların içi ne vakit boşaltıldı? Bu olup-bitenlerle Çankaya'nın bir ilişkisi yok muydu? Çankaya'da Süleyman Demirel oturmuyor muydu? Bu tür bankaların yönetim kurullarında, 28 Şubat'a damgasını vurmuş emekli general ve amiraller yer almadı mı?

Bu işler olup biterken, 28 Şubat sayesinde etkili ve yetkili makamlara gelmiş kimi siyaset adamları, banka devirleriyle doğrudan ilgilenmediler mi? Bu yüzden, bir hükümet "gensoru" ile düşürülmedi mi? Bu işler olup-biterken, Hazine'den kim sorumluydu? Bu işlerin "siyasi sorumlusu" yok muydu?

Kim, Ahmet Necdet Sezer'e karşı çıktı? Niçin karşı çıktı? Biz, niye hararetle Sezer'i savunduk? Niçin, "hukuk devleti" diye didindik? Niçin, Avrupa Birliği meselesinin savsaklanmaması gereği üzerinde durduk? Bunun "hukuk devleti" güvencesiyle ilgisini niçin kurduk?

Bizim karnımız ağrımıyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır