kapat

30.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
SELAHATTİN DUMAN(sduman@sabah.com.tr )


Bana göre şapla şeker bir..

Medyamız yine töhmet altında.. Bu kez de "hastalık" yakıştırmasıyla başımız dertte ki bulaşıcı mı tedavisi var mı belli değil.. Haliyle "inkar yiğidin kalesidir.." deyip sonuna kadar direneceğiz..

Yazımı bu aralar mutfakta yazıyorum.. Gerçi çalışma odamda bir bilgisayar düzeni var ama zihnime zararlı.. Aklıma birey geliyor, iki kat yukarı çıkana kadar unutuyorum..

Diyelim ki yukarıda başladım yazıya, aklıma çay takılıyor.. Bu kez aşağı ineyim mi inmeyeyim mi diye vicdan muhasebesine tutuşuyorum.. Akıl çaya takık olduğundan yazı battal oluyor..

Hem mutfakta yazmanın bir avantajı da müzik dinleyebilmem.. İlkel müzik setimi mutfakta konuşlandırdığımdan böyle bir avantajım var ancak arada bir dezavantaj haline geliyor..

***

Temsil şu an.. Ben yazı makinasına boş gözlerle bakarken, arkamdaki cihazdan "takma sesli bir sarkıcının" feryadı yükselmekte ki dayanılır gibi değil.. O şarkı söylediğini düşünüyor olabilir.. Bana göre slogan atıyor..

Bağlı bulunduğu plak şirketinden alacağını istiyor da olabilir.. Bu arada benim kafa, önceden kerterizlediğim iki konu arasında gidip gelmekte.. Kendi kendime;

- "Mesut Yılmaz'ın basındaki bazı arkadaşlar için koyduğu teşhisin üzerine mi gitsem? Nüfus sayımındaki hilekarlık üzerine yazı mı bestelesem?" diye sorup duruyorum..

Radyodaki "takma sesli" kız izin verse, benim kafa salim bir karara varacak ama bırakmıyor ki..

Dördüne kefil olurum..

Ekmeği gazete teknesinden yediğimize göre önceliği kendi hallerimize vermemiz lazım gibi geliyor bana..

Her şeyden önce Mesut Bey'in hastalıklı teşhisi koyduğu beş arkadaşımızdan dördüne göğsümü gere gere kefil olurum.. Emin Çölaşan da, Yavuz Donat da, Mustafa Balbay da, Sedat Ergin de aslan gibi arkadaşlardır..

Bugüne kadar eğri bir işleri görülmemiştir..

Yanlış teşhis konulanlardan İsmet Berkan da aslan gibidir, onun da yanlış bir işini gören duyan olmamıştır lakin ona kefil olamam.. İçlerinde en çok arkadaşlık ettiğim o olduğundan, hallerini yakından bilirim..

Huyları bana benzer..

Bana benzeyen birine kefil olmam da söz konusu olamaz.. Çünkü her işi aykırıdır..

Temsil hükümet krizi çıktı diyelim.. Siyasete takıntılı medya leşkerleri rotayı Ankara'ya çevirir.. Suyun başına dikilip, ne olup bittiğini oradan anlamaya çalışırken İsmet Berkan tam tersini yapar..

Doğruca Safran Bar'a gider, siyasi havayı orada koklar..

Ankara'daki gazeteciler çayla, kahveyle oyalanırken o tekila içerek zihnini açar.. Oradan bir Jazz Bar yapar, daha olmadı iki üç mekan daha dolaşıp feneri bir yerde söndürür..

Sonra oturup yazısını yazar.. İşin şaşılacak tarafı şu ki Ankara'daki tecrübeli gazetecilerin aklı baliğ olarak yazdığı yazılar, yaptığı tesbitler ile İsmet'in "La Takrabüssalât" vaziyette yazdığı yazılar arasında hiçbir fark olmaz..

***

Hatta kafanın cilası yazıya yansıdığından İsmet çoğu kez birkaç adım öne geçer.. Ben ilk önce Baba'nın İsmet'e aşırı ilgi göstermesinden huylanmıştım.. Baba bir aralar İsmet'i yanından ayırmaz olmuştu..

Bu yakınlığı çekemeyen meslektaşlarımızdan bazıları "kafaları birbirine benziyor da ondan.." türünden yorumlarla işi hafifletmeye çalıştılar ama işin özü öyle değildi..

Kafaca benzeşmeleri ikisinin de saçsız olmasından öteye gitmemiştir.. Tam tersine, Baba ne kadar muhafazakarsa İsmet o kadar radikaldir..

Tek benzerlikleri ikisini de çok okumasıdır.. İsmet her şeyi okur, Baba da Anayasa'nın kendisiyle ilgili maddelerini..

İsim vermek yanlıştı..
Mesut Bey'in beş gazeteci arkadaşımızın ismini vererek bazı tesbitler yapması, bence bu sektörde çalışanların çoğunu tanımamasından kaynaklanıyor.. Eğer tanıma fırsatı olsa tek tek isim vermez, onun yerine genelleme yapardı..

Her gazeteci için dünyanın merkezinin kendisi olduğunu bilirdi.. Hele televizyonun icadından sonra bu bir varsayım olmaktan çıktı, matematik kesinlikte(!) bir doğru oldu..

Allah rahmet eylesin, bir muhabir ağabeyimiz vardı.. TRT televizyon yayınına başlamış, tek kanallı siyah beyaz ekran bütün mekanların yıldızı olmuş..

Bu muhabir ağabeyimizin meslekte parlak bir işi yok ancak TV denilen cihazın gücünü keşfetmiş..

Bütün gün Başbakanlık kapısında bekler, Başbakan dışarı çıkar çıkmaz diğer gazetecilerle birlikte üzerine hamle ederdi..

O günlerde bir Demirel bir Ecevit başbakan oluyor.. Ara dönemlerin tepeden inmeleri de var tabii. Ama başbakan kim olursa olsun bizim muhabir ağabey tam arkasına konuşlanırdı..

Akşam haberleri dinlemek için TV'lerini açanlar ekranda sadece başbakanı ve hemen arkasında duran bizim muhabir ağabeyimizi görürlerdi..

***

Bir gün de bir soru sor! Ne bileyim, bir şeyi merak et.. Hayır.. O öylece Başbakan'ın ardına dikilir.. Başbakan konuşurken ciddi bir yüz ifadesi takınıp arada bir başını sallardı..

Tam on sene boyunca, taaa ki 12 Eylül darbesi olup da gazeteciler asker başbakana sokulamayıncaya kadar, yerini hiç kaybetmedi.. Şerrinden korkan bir tek meslektaşımız dahi "Yahu bir gün de başbakanın arkasında biz dikilelim, karımız, kaynanamız, çocuklar bizi de görsün.." diyemedi..

Birgün belediye otobüsünde biletçi ile tartışırken gördüm onu.. Basın kartına otobüs bedava ya! Bizimki tenezzül edip kartını çıkartmamış, izansız biletçi de kartını göster diye tutturmuş..

- "Sen beni tanımıyor musun?" diye bağırıyordu biletçiye.. Biletçi tanımıyormuş.. Çileden çıkan ağabeyimiz "Akşam haberlerini aç da kim olduğumu gör.." diye naralanınca, biletçiye boynunu kırıp yerine gitmek düştü..

Benim payıma düşen de "bütün gazetecilerin dünyanın merkezi olduğunu" öğrenmek oldu..

O gündür, bu gündür hangi meslektaşımla konuşsam bu gerçeği aklımdan hiç çıkarmam.. Hele hele hastalık lafını bırakın telafuz etmek, düşünmeyi bile aklıma getirmem..

Kıssadan hisse: İnci mercan lâlimiz var, dosta layık halimiz var..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır