Kim bu gazeteci?
Kim bu silah şirketi?
Nerede bu belge?
Diye sorular yeri göğü doldururken, Uğur Dündar, bu iddia ile kendisinin tarif edildiğini belirten bir yazı yazdı. Fehmi Koru'ya; "30 yıllık gazetecilik hayatımda kursağımdan tek kuruş haksız kazanç girmedi. Sen ve orduya silah satan şirketin sahibi elinizdeki belgeleri açıklamazsanız şerefsiz oğlu şerefsizsiniz" diye yazdı.
Uğur Dündar, "Çıkın ortaya... Kanıtlarınızı gösterin" dedi.
Belgelerinizi sergileyin...
Kanıtlarsanız..
İntihar ederim...
Star TV'nin önünde...
Beynime kurşun sıkarım...
Fehmi Koru ise "Noktayı henüz koymadık..." diye yazdı.
Bu gelişmeler üzerine ben de bir acı yazı yazayım diye düşündüm.
Bundan 65 yıl önce...
1935 yılında...
Maaşı ev kiralamaya yetmediği için geceleri gazete binasında yazı işleri masasında uyuyan Kemal Ahmet adlı gazeteci, bir sabah ölü bulundu. Kalp krizi...
Kemal Ahmet ölmüştü.
Şair Nazım Hikmet de bu gazeteci için "Kemal Ahmet" isimli şu şiiri yazmıştı:
"Kafası
Yüzde yüz uygun muydu kafama
Bilmiyorum, ama
O benim soyumdandı.
Etiyle, kanıyla değil,
Belki de heyecanıyla değil,
Batırıp parmaklarını...
Kanayan yarasına
Beyninin ışığını sattığı için
Bir ekmek parasına...."
Şiir, bize haykırıyor...
Acı da olsa, gerçeği görün...
Bir ekmek parasına beyninin parıldayan ışıltısını yazıya döken gazetecilikten bugün nerelere geldiniz? Bugün gazetelerdeki bazı üst düzey kalemler, inanılmayacak bir servetin sahibi, lüks ve pahalı marka mal alma tiryakiliğine girmiş, seçkin bir harcama kalıbının adamı olmuş kalemler haline geldiler.
Kim bu gazeteciler?
Bana isim sormayın...
Yazılarını okuyun, kendileri sütunlarında, köşelerinde; "ne yiyip ne içtiklerini, ne giyip nereyi kiminle gezdiklerini, hangi zevklere yelken açtıklarını" yazıyorlar.
Önceleri...
"Yata davetliydik" diye yazdılar.
"Göcek'te filan işadamının teknesinde, Marmaris'te falan bankacının kotrasında, Bodrum'da filan devlet müteahhhidinin 5 yıldızlı rüya gibi güzel otelinde beraberdik" diye yazdılar.
Sonra Nice'e Cannes'a....
Cote d'Azur'a gittik diye yazdılar.
Ayrıca 3 günlüğüne New York'a tiyatro oyunu izlemeye, Broadway'de müzikal seyretmeye, seçkinlerin doldurduğu lokantalarda "Chateau Margaux marka şarabı içmeye gittim" diye yazdılar. Ve aynı anda "İbrahim Tatlıses'in Sabuha'sını da çok seviyorum... Bayılıyorum..." diye yazdılar.
Kendilerini....
Jaguar'lara, Porsche'lere....
Layık gördüler...
Sonra yalılara geçtiler. Tıpkı holding sahibi, banka sahibi, şirket sahibi gibi yalılar satın aldılar. Yat sahibi oldular. Yatlarının güvertesinde istakoz yarıştırdılar. Etli, ağır, iyi beslenmiş olduğu için arkada kalan istakozları yediler, öne geçen istakozları denize attılar. Daha sonraları evlerinde uşakları oldu, hizmetçileri oldu. Dolar dolu çantaları kapıdan hizmetçileri alır oldu...
Şimdi anlaşılıyor ki...
Bu lüks yaşam tiryakiliğinin...
Bu seçkin tüketim kalıbının...
Bu görmemiş işadamı özentiliğinin gerektirdiği harcamayı karşılayacak parayı gazete patronları karşılayamaz olmuş, onlar da dışa açılıp, ilave iş takipçiliği işi alır olmuşlar.
Rauf Tamer yazıldı.
Fakat diğerleri nerede?