İskoç gazetelerinin yüklendiği Dick Advocaat'ın, kader maçının bu olduğu söyleniyordu. Advocaat bu maçı da kaybederse şutlanacaktı. Dikkat edin, kazanamazsa değil, kaybederse...
Bir beraberlik iki takımın da çok işine gelecekti. Bu, maça da yansıdı. İki takım da savunmada fevkalade dikkatli, asla saldırgan olmayan bir tempo içindeydi. İki savunma da kendi arasında top dolaştırırken, rakipten en ufak bir müdahale görmedi. Saniyelerin, dakikaların ilerlemesi, belli ki iki tarafın da işine geliyordu. Bu sakin görünümü, zaman zaman G.Saraylılar bozdu.
Bu takımın bir türlü geçmeyen, Fatih'in gidişinden sonra iyice azan klasik hastalığı;
1 Hagi'nin daha 5. dakikadan itibaren sinirlenerek önüne gelene bağırmaya başlaması, topu her alışında ıslık çalan İskoç seyircisini kafasını takıp olmayacak işler yapmaya kalkarak, top kaptırması;
2 Futbolcuların hakemle oynamaktaki ısrarları. Durduk yerde önce Bülent Akın, sonra da Hasan Şaş, kelimenin tam anlamıyla "Kaşınarak" sarı kart gördüler. Takım yıllardır bu lüzumsuz sarı kartların acısını çekiyor, ama bir Allah'ın kulu bu rezaletin hesabını sormuyor. Gördükleri kartlar yanlarına kâr kalan futbolcular da, sorumsuzluk içinde kart görmeye devam ediyor. G.Saray bu kartların bedelini çok pahalı ödedi, ödüyor, ödeyecek. Bir otorite boşluğu, hem de öyle tehlikeli şekilde var ki...