kapat

10.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
YeniBinyil
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Kan davası

Geçenlerde film yönetmeni Mustafa Altıoklar'la karikatürist Galip Tekin'in, yıllar sonra aralarında kan davası olduğunu keşfedişlerine dair hoş bir haber okuduk gazetelerde...

Olayın hoş tarafı geçmişte olup bitenler değildi elbette ki; iki ünlü ismin bugün o olayı ele alışlarındaki rahatlık ve bireysel duruştu. İki aile arasında yaşanan olayda kimin haklı, kimin haksız olduğu gibi bir tartışma açmayı akıllarından bile geçirmeyişleri, hangi taraf suçlu olursa olsun, bunun kendilerini bağlamadığını bilmeleriydi.

Bir an önce bu iki ünlünün, aileleri arasındaki kan davasını keşfettikleri anda, senin deden mi suçluydu, benim dedem mi suçlu tartışması başlattıklarını, ikisinin de kendi dedelerini savunmaya çalıştıklarını düşünün.

Ne kadar ayıplanırlardı kim bilir.

Ama gelin görün ki, aileler arası kan davalarının sürdürülmesini bu kadar ayıplarken, milletler arasındaki kan davalarını bir türlü bitiremiyoruz.

Ermeniler bize "Sizin atalarınız bizim atalarımızı öldürdü" diye saldırıyor; biz de "Ama sizin atalarınız da bizimkini öldürdü" diye atalarımızı savunarak cevap veriyoruz.

Oysa bu iki tutumun kan davası gütmek bakımından birbirinden pek farkı yok. Ataları savunmakla suçlamak aynı madalyonun iki yüzü gibi. Çünkü her ikisi de suçun bireyselliğini reddediyor.

***

Kan davalarının, feodal döneme ait bir gelenek olması tesadüf değildir. Feodal toplulukta birey yoktur. Aile, aşiret ya da cemaat vardır. Bireyin, kendi fikir ve davranışlarından sorumlu biri olarak varolamadığı, ancak bir ailenin, aşiretin ya da cemaatin parçası olarak varolabildiği bu topluluklarda, bireysel sorumluluk fikrinin de gelişmemesi, cinayeti işleyen adamın yerine (onun gibi düşünen, onun gibi hisseden, onun gibi yaşayan ve onunla aynı aileye mensup olan) oğlunun cezalandırılmasının "adil" sayılması da bir dereceye kadar anlaşılabilir.

Ama aynı adalet anlayışını 21. yüzyılda sürdürmeye kalkmanın anlaşılabilir bir yanı olabilir mi?

1915'te yaşanmış bir olaydan ötürü, barışmak için 21. yüzyıl Türkiyesi'nden özür beklemek, hatta "kan parası istemek" çağdaş dünyaya yakışır mı?

Ve 1915'in suçluluk kompleksi içinde, "önce kim başlattı" tartışmalarına girmek, hukukunun en başına suçun şahsiliği prensibini koymuş bir Türkiye'ye yakışır mı?

Bu yüzyılda kan davalarını bitirmenin tek yolu, "birey gibi" davranabilmek ve "dedemin yaptığı beni bağlamaz" diye kestirip atabilmektir.

Ondan sonra başka bir aşamaya gelinir: Tarihi araştırmak, olup biteni mümkün oludğu kadar gerçeğe yakın bir biçimde öğrenmek ve tarihten dersler çıkarmak...

Herkes gibi ben de, Ermeni Soykırımı iddialarında gerçeğin ne olduğunu, atalarını savunmak ya da karalamak gibi bir kaygı taşımayan çünkü onların kan davasından psikolojik olarak kopmuş objektif tarihçilerden öğrenmek istiyorum.

Neşe Düzel'in tarihçi Halil Berktay'la yaptığı röportaj, özellikle "tarihten dersler çıkarmak" babında önemli noktalar içeriyor.

Halil Berktay, 600 bin Ermeni'nin öldüğü olayları bugünün Yeşil'leri, Çatlı'ları ve Hizbullahçılar'ı olan Teşkilat-ı Mahsusa örgütü üyesi Bahaittin Şakir gibi kişilerin yaptığını söylüyor; İttihatçıların katliam için örgütlediği "Özel Tim"den bahsediyor.

Öyleyse bugünün Yeşil'lerine, Çatlı'larına Hizbullah'ına kim ve ne kadar sahip çıkıyorsa, bırakalım Bahaittin Şakir'lere ve onların Teşkilat-ı Mahsus'sına da onlar sahip çıksın. Ama bizlere ne oluyor?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır