kapat

10.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
YeniBinyil
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Türkiye'nin Ortadoğu sorumluluğu

Ortadoğu barış süreci?.. Bu, bugün gelinen noktada bazılarının ağız alışkanlığı ya da temennisi olmaktan öteye bir değer taşımıyor. Ortadoğu'da "barış iklimi" artık kirlenmiştir. Yani, "barış süreci"ne artık "iklim" izin vermemektedir.

İsrail'in yöneticileri, "Venedik taciri zihniyeti" ile "getto zihniyeti" arasında sıkışıp kaldıkları ve bundan kendilerini bir türlü sıyıramadıkları için, bir "altın fırsat"ı kaçırmışlardır. Filistinliler ile ve bölge ile bir nihai barış fırsatını...

Ehud Barak, Suriye ile barış fırsatını kullanamayınca, tüm enerjisini, Filistinlilerle barış anlaşmasına yöneltti. Ortadoğu sorununun özü de zaten budur. Filistin sorunu. Aslında, 1993 Oslo Anlaşması'na göre, 1948'de evinden barkından edilen Filistinli mülteciler konusunun, 1967'de işgal edilen Batı Şeria ve Gazze'deki Yahudi yerleşim merkezlerinin ne olacağının ve en önemlisi Kudüs sorununun müzakeresi ve çözümü, "barış süreci"nin "son aşaması"na bırakılmıştı. "Son aşama" öylesine sonuçlanacaktı ki, 13 Eylül 2000 tarihinde, sıra Filistin devletinin, İsrail'in işgal altında bulundurduğu ve çözümle birlikte terkedeceği topraklar üzerinde kurulmasına gelecekti.

Önce Netanyahu, süreci çığrından çıkarttı. Ardından Barak, "devlet adamı" kapasitesi gösteremeyerek fırsatı kaçırdı. Bu yılın Temmuz sonunda, Bill Clinton'un büyük gayretlerine rağmen, Camp David müzakereleri de sonuç vermedi. Oysa Camp David'de "tabu" konulara dahi değinilmiş ve tarafların uzlaşabilecekleri çizgiye çok yaklaşılmıştı. Camp David'in başarısızlığının faturası, Yasir Arafat'a çıkarılmak istendi. Arafat, Arap Kudüs'ün tümü üzerindeki "egemenlik hakkı" iddiasından vazgeçmediği için, "uzlaşmaz"mış gibi sunulmaya çalışıldı.

Ortadoğu sorununun özü, Filistin sorunudur. Filistin sorununun özü ise, Kudüs sorunudur. Kudüs sorunu ise, son tahlilde, Haram-ı Şerif ve El Aksa'nın bulunduğu alanın üzerindeki egemenlik sorunudur. Müslümanların ilk kıblesi ile üçüncü kutsal mekanının, İsrail devletinin eline terkedilmesi, hangi "uzlaşma" mantığına sığardı.

Ancak, bugün gelinen nokta, bu "teknik" meselelerin çok ötesindedir. Filistin ve Arap halkı, yıllardır, "barış süreci" adı altında İsrail tarafından aşağılandıkları, aldatıldıkları, durumlarının ekonomik olanı dahil, her alanda daha da kötülediği duygusundalar. İki hafta önce patlak veren olayların, Kudüs, Batı Şeria ve Gazze'yi aşıp, İsrail'in Arap (Filistinliler) vatandaşlarına kadar, her yanı kaplaması; bundan da öteye İsrail'e en büyük infialin, en yakın ilişkide bulunduğu Mısır ve Ürdün kamuoyunda varolması son derece dikkat çekicidir.

Yasir Arafat'ın bu kadar geniş çaplı bir kitlesel öfkeye hakim olabilmesini beklemek gerçekçi değildir. Fütursuzca sivil halk üzerine helikopterlerden ateşlenen roketler kullanan ve kurşun yağdıran İsrail askerlerine karşı taş atan çocukların üzerine Filistin güvenlik kuvvetlerini mi seferber edecektir? Bunu isteyenler, bir "Filistin iç savaşı"ndan medet umuyorlar demektir. Arafat'ın işgalci İsrail devletinin "Filistinli zaptiyesi" olmasını bekleyenler, bomboş hayallere kapılmış olurlar.

Gelişmeler, bölgedeki her yönetimi zora sokacaktır. Türkiye dahil. Birkaç yıl önce ihtirasları bilgilerini aşan bazı askerlerin ele geçirdiği Türkiye'nin Ortadoğu politikası, son derece dar görüşlü biçimde, İsrail ile kurulan özel askeri ilişkiler nedeniyle, bölgenin bu "işgalci devleti"ne endekslenmiştir. İşler yolunda gidip, "barış süreci" sonuç verseydi, yanlış böylesine sırıtmazdı.

Ancak, şu sırada, İsrail, bölgede gayet "çirkin" ve "zalim" bir profil çiziyor. Türkiye halkının vicdanı, elbette, "mazlum"dan yanadır. İşgal altında tutulan ve her gün evlatlarını birer ikişer toprağa bırakan Filistin halkından yanadır. Kendi halkının vicdanına aykırı bir dış politikayı, ayakta tutabilmek mümkün olamaz.

Aynı şekilde, Türkiye, tüm bölge halklarının öfkesine muhatap olmaya başlayan bir saldırgan "askeri cihaz"ın, bir numaralı "askeri ortağı" olma ayıbına da katlanamaz.

İsrail ile sıkı fıkı "askeri ilişkiler" ile, Amerikan Yahudi lobisini, gün gelince (yani Ermeni tasarısı Kongre'ye sunulunca) garanti altına alma hesapları da, "son sınav"da boşa çıkmıştır.

Bölgede akan ve akacak kanın sorumluluğundan Türkiye'yi çıkartmak şarttır.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır