kapat

03.10.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
YeniBinyil
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Filistin'den gelen "işaretler"...

Önce Kudüs'te patlak veren ve hızla Batı Yakası ve Gazze'ye yayılan ve beşinci gününe giren eylemler, Ortadoğu'da "barış"ın sanıldığından çok daha uzaklarda olduğunu ortaya koyduğu gibi, İsrail'in "işgalci devlet" olarak "katliam yeteneği"ni de bir kez daha gözler önüne serdi.

Ekranlara yansıyan görüntüler, hafızalarını kaybetmemiş olanlar için hayli tanıdık. 1987-89 arasında süren İntifada'yı, yani Filistinli sivil halkın, çıplak elleriyle, dünyanın en güçlü askeri makinalarından birine karşı ayaklanışını hatırlatıyor.

O İntifada, daha sonra, İsrail'e savaş alanında kazandığını elinde tutamayacağını öğretmiş ve ülkenin en katı askerlerinden biri olan ve hatta İntifada sırasında, "işgal altındaki topraklar"i yönetmekten sorumlu Savunma Bakanı olan Yitzak Rabin'i, daha sonra Başbakanlığı sırasında, Oslo Barış Süreci'ne imza atmaya sevketmişti. Rabin, Beyaz Saray bahçesinde, Yasir Arafat'ın kendisine uzattığı eli, isteksizce de olsa sıkarken, kendisini Filistin devletine gidecek barış yoluna sokmuş oluyorda ve nitekim, Nobel Barış Ödülü'nü de Şimon Peres ve Arafat ile birlikte kazandı. Ama, Rabin gibi bir şahsiyet dahi, "barış" ile anılır hale geldiği için, İsrail toplumunun içinden gelen "şiddet"le hayatını kaybetti.

Son olaylar, "barış anlaşması"na hayli yaklaşıldığının varsayıldığı bir sırada, İsrail politikasının en saldırgan isimlerinden birinin, en başta gelen "şahin"in, eski genelkurmay başkanlarından, Likud lideri Ariel Şaron'un bir "provokasyon"u neticesinde patlak verdi. Olaylarda iki çarpıcı gösterge, gözler önüne seriliyor:

1. İsrail güvenlik güçleri, barışı arayan bir ülkenin bir kurumu gibi davranmak yerine, sivil halkın üzerine acımasızca ateş açıyor. Her an bir "kan banyosu"nu ve "katliam"ı Filistin halkına reva görecek bir psikoloji ve yapıya sahip. Bu, bir yanıyla, İsrail devletinin ve toplumunun içinde her zaman varolan "şiddet" olgusunun, olanca canlılığıyla yaşamakta olduğunun bir kanıtı.

2. Olaylar, Ehud Barak iktidarının, durumu kontrol edemeyecek kadar zayıf olduğunun -buna niyeti bulunup bulunmadığı dahi şüpheli- bir kanıtı.

Hafta içinde İstanbul'da Umut Vakfı'nın önayak olduğu, basına kapalı önemli bir toplantı gerçekleşti. Ortadoğu'nun en tanınmış gazetecileri, "barış arayışı"ndan biraraya geldiler. Toplantıdaki bölge uzmanı Yahudi konuşmacılardan biri, İsrail toplumunu, "beş kabileden oluşan bir yapı" olarak tanımladı: "Laik Eşkenazlar, Dinci Eşkenazlar, Köktendinci Sefardim, Ruslar ve İsrailli Araplar..." İsrail, köktendinci ve ırkçı şiddet eğiliminin giderek ağır bastığı, bölünmüş, yeni bir "toplumsal sözleşme"ye şiddetle ihtiyacı olan bir toplum.

Benim yıllardır "İsrail'in her geçen gün, çevresindeki ülkelere benzemeye başladığı ve bu anlamda 'Ortadoğululaştığı'na" dair savunduğum gözlemi, en başta İsrailliler onayladılar.

İsrail'in bu tutumu, Filistin halkı arasında, Yasir Arafat'ın, İsrail ile müzakere yoluyla çözüm arama yönündeki önderliğini de bir hayli zora sokuyor. Ancak, toplantıdan çıkan bir başka ilginç ve bizim bir dönemdir farkında olduğumuz sonuç, İsrail'e yönelik olarak en ziyadesiyle Mısır ve Ürdün'de olan husumet duyguları. İsrail ile diplomatik ilişkilere sahip ve en yakın konumda addedilen bu iki Arap ülkesi, aslında, İsrail'e karşı en büyük tepki biriktiren iki ülke.

Ortadoğu politikası bir süredir "İsrail ipoteği"ne verilmiş olan Türkiye'nin gelişmeyi şaşkın nazarlarla izlemesi kaçınılmaz. Gösterilebilecek en azami tepki, muhtemelen, "Türkiye'nin olayları endişeyle izlediği ve taraflara sükunet tavsiye edecek ve barış yoluna çağıracak" cinsten, sade suya tirit bir Dışişleri açıklaması olacak. İsrail'e endeksli Ortadoğu politikasının, bölgedeki gelişmeler karşısında apışıp kalması tabiidir.

Orta Asya politikasını, her geçen, Özbekistan'daki diktatörün her düzeyde ayağına koşmaya çeviren, orada en katı rejimlere, Ortadoğu'da ise "katliam yeteneği" sergileyen bir rejime endeksleyen bir ülkenin, "Ermeni sorunu" karşısında uluslararası sempati elde edebilmesi mümkün olabilir mi?

Kudüs, Batı Yakası ve Gazze'de patlak veren kanlı çatışmalar, hiçbirşeyi göstermiyorsa, Türk dış politikasının tepeden tırnağa silkelenmesi ihtiyacının başgösterdiğini gösteriyor...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır