İş ve ekonomi dünyasında da 1994 ve 1999'daki daralmalardan sonra en ufak bir aksaklık endişe grafiğini yükseltiyor. Endişe ve korku havası, ekonomideki olumlu gelişmeleri görmemizi engelliyor.
Türkiye'ye doğrudan yatırım veya portföy yatırımı yapmaya niyetlenen yabancılar da, geleceğe umutla bakmayan bir ülkeye gelmeyi erteliyor. Oysa aşağıda görüldüğü gibi endişelerimizin çoğu yersiz:
Yüzde 5'in üstünde bir büyüme oranının ekonomiyi ısıtacağından korkuluyor. Oysa ekonomi yüzde 6.8 oranında büyüse bile, ancak 1998 yılının mal ve hizmet üretimi düzeyini yakalayabilecek. 1999 yılı, ekonominin yüzde 5 büyüdüğü normal bir yıl olsaydı, bu yıl yüzde 7'nin üstündeki bir hızdan korkmanın belki bir anlamı olurdu. Hızlı büyüme, döviz kurlarının hızla arttığı, çalışanlara enflasyon oranının üstünde ücret zammının verildiği bir yılda olsaydı, korkular haklı olabilirdi.
Milli gelir artışında tüketimin rolü de endişe kaynağı oluyor. Halbuki iki dış kriz ve iki depremin etkisi ile dibe vuran tüketimin artması doğal bir gelişme. Tüketim canlanmadan, hangi işadamı yatırım kararı alabilir ki?
Döviz kurlarının enflasyonu düşürmek için çıpa olarak kullanıldığı bir ekonomide, dış ticaret ve cari işlemler açığının çok daha yüksek değerlerde olması gerekirdi. Ortalama TEFE enflasyonunun yüzde 40'ın biraz üstünde gerçekleşeceği ama döviz sepetindeki yükseliş oranının yüzde 20'de tutulduğu bir yılda dış açığın bugünkü düzeyleri, ekonominin sağlıklı olduğunu gösteriyor.
Döviz kurlarındaki istikrara güvenemeyen veya dünya hammadde fiyatlarındaki artışı dikkate alan sanayiciler, ithal ara malı ve hammadde stoku yapıyor. Bu nedenle dış ticaret açığında artış var. Ancak işçi dövizleri ve turizm gelirlerinde yılın ikinci yarısında ortaya çıkacak artış, cari işlemler açığını sürdürülebilir düzeylerde tutabilir.
Asya krizinin etkisinden 6 ay sonra kurtulduk. Ardından gelen Rusya krizinin etkisi ise 1999'un ikinci çeyreğindeki çıkışla telafi edilmek üzereydi. Depremlerin zararını ise 4.5 ayda telafi eden ekonomi 2000'in ilk üç ayında yine atağa geçti. Ekonominin kendisini korumak için gösterdiği doğal refleks ve direnci, aşırı ısınma diye nitelemek doğru olmaz.
1998'deki büyük daralmadan sonra Güney Kore ekonomisi, 1999'da yüzde 10.5 büyüdü. Bu yıl ise beklenen oran yüzde 8. Bu yüksek hızlar Kore'de bir aşırı ısınmaya yol açmadı.
Ekonominin, yakın tarihin olay ve olgularını dikkate almayan, yerli ve yabancı genç broker ve uzmanlar, ekonominin durumunu olduğundan çok daha kötü gösteriyor. Alım için endeksin iyice düşmesini bekleyenler ise karamsar beklentileri körükleyen demeçler veriyor. Prof. Asaf Savaş Akad ve Dünya Bankası'nın baş ekonomistlerinden Marcelo Selowski gibi tarafsız bilim adamları, yılın ilk yarısındaki cari işlemler açığını korkutucu bulmuyor. Ancak çoğunluk ekonominin iyi yolda olduğuna halâ tam olarak inanamıyor.
"Ekonominin soğuması, enflasyon düşürür" düşüncesi de Türkiye ekonomisinde nadiren doğru çıkıyor. Dört durgunluk yılının ikisinde (1988, 1991) ekonomi yavaşladığı halde fiyatlar tırmanışa geçti. 1989'da çok ufak bir düşüş görülürken, bu görüş yalnız 1998 yılında doğrulandı. Ekonominin daraldığı 1994 ve 1999 yıllarında ise enflasyon arttı.
Rekabetin güçlü olduğu sanayileşmiş ülkelerde, ekonomi soğuyup talep azaldığında fiyatlar da geriliyor. Türkiye'deki eksik rekabet şartlarında ise satış miktarları azalan firmalar, hasılatların önceki dönemle aynı düzeyde tutmak için fiyatları düşürmek bir yana artırma yolunu seçiyor.