kapat

23.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Sperm Bankası'nda mevduat hesabı...

Kurbağalar gibiyiz galiba. Kurbağalar, içinde bulundukları suyun ısısı yavaş yavaş artarsa buna tepki göstermiyorlar. Ancak su iyice kızınca kendilerini dışarı atmak istiyorlar ama buna da gevşemiş kasları izin vermiyor ve kızgın suyun içinde ölüyorlar. Ama onları aniden sıcak suyun içine atarsanız can havliyle sudan fırlayıp kurtuluyorlar.

Biz de hayatın içindeki değişimlere, kurbağanın ısınan suya alışması gibi alışıp, değişimi farketmeyebiliyoruz. Değişim hayatımızı zorlayana kadar sanki bir şey olmuyormuş gibi bekliyoruz. Halbuki hayata ve dünyaya biraz daha dikkatli baksak belki de Türkiye'deki anlamsız tartışmaların ömrümüzü kemirerek alıp götürmesine izin vermeyeceğiz.

Bir kaç gün önce, pek de heyecan vermeyen haberlere göz atarken, Almanya'da bir sperm bankasının bağış yapacak Türk erkekleri aradığını okudum.

SPERMLER BANKAYA
Banka, Berlin'de imiş. Adı "Berliner Samerbank". Sperm bağışlayacak Türk erkeklerini bulmak için gazetelere ilan vermiş. Bu spermler çocuğu olmayan Türk ailelerinin suni döllenme ile bebek sahibi olmalarında kullanılacakmış.

"Sperm Bankası" haberlerini yıllardır duyarız. Suni döllenme haberlerini de... İkisi de yaşamın nasıl değişmekte olduğunun keskin kanıtları gibidir. Ama "modern çağın" bu tür gelişmelerinin içinde "hangi ilişkileri" barındırdığını merak etmeyiz.

Sperm Bankası'nda "mevduat hesabı" nasıl bir hayat resmidir acaba?

Okuduğum gazete, buna bir ölçüde açıklık getirmekteydi. Berlin'deki banka, sperm alacağı kimselerin 18 ila 40 yaş arasında ve sağlıklı olmalarını şart koşmaktaymış.

Önce "parasız" bağışta bulunuluyormuş, "sperm sayısı ve kalitesi" uygun bulunursa, bağışlayıcıyla 200 mark karşılığı "sözleşme" imzalanıyormuş.

Günlük rutinin içinde koşuşturan insanlar hayatın ilginç kuytuluklarına pek bakmazlar. Ama o kuytuluklara herkesten önce gidip bakanlar da var.

Sanırım, bundan yedi yıl önceydi, bir yabancı gazetede, artık 64 yaşındaki Fransız romancısı Philippe Sollers'in yeni çıkan kitabına ait çok uzun ve detaylı bir eleştiri okumuştum. Söz konusu edilen romanın adı yanılmıyorsam "Sır" idi.

Philippe Sollers modern hayatların genellikle vurgu yapılmayan yanlarının gazetelere yansıyan kupürlerini kesmiş, sonra da onların romanını yazmıştı.

Benim okuduğum eleştiride, en çarpıcı anlatımlardan biri de, Sperm Bankası ile ilgili bölüm hakkındaydı.

Fransa'da spermlerini bankaya "yatıran" bir müşterinin spermleri "gevşek" bulunmuş ve adama ödeme yapılmamıştı. Adam da bankaya dava açmıştı. Bu da gazetelere haber olmuştu. Sollers, o haberden çıkarak yaşadığımız günlerin hikayesini kendine göre yeniden düzenliyordu.

TACİZ Mİ, MOTİVASYON MU?
Türkiye'de "modernleşme" hâlâ kılık kıyafet devrimi ya da laikleştirme kavramından bir parmak ileriye gidemediği ve toplum sanayileşmesini tamamlayamamış bir köylü toplumu olmaktan kurtulamadığı için sosyal çehrenin değişmekte olan yüzü bizde henüz edebiyatın ana konuları arasına giremiyor.

Ama bu değişim magazinin konusu oluyor. Türkiye de inanılmaz bir hızla magazinselleştiği için, dolayısıyla Türkiye'nin konusu oluyor.

Örneğin, cep telefonlarındaki mesajların bir taciz mi yoksa sanatsal yaratıcılığın alt yapısını oluşturan bir motivasyon mu olduğu çok tartışıldı. Hâlâ da tartışılıyor.

Gençler arasındaki "mesajlaşma", toplumun ilişkilerinde de anlaşılan yerleşik bir konuma yükselmekte. Telefonu eline alıp tuşlara bastın mı mesaj gidiyor. Bu adı üstünde mesaj olduğu için hiçbir şey uzun uzun yazılmıyor. Mektuba hiç benzemiyor, ne duygularını ayrıntılı anlatma isteği, ne de en güzel sözcükleri seçme heyecanı. Artık mesajı alan ister bunu "sevgi" ister "taciz" sözcüğü olarak algılasın. Mesajın amacı ve niyeti ne olursa olsun, o, artık yeni bir dönemin, yeni bir çağın, yeni bir dünyanın, yeni bir haberleşme biçiminin sembolü.

Mesajın gönderilme yöntemi aslında mesajın kendisi.

Hayatın değiştiğini hepimize haber veren kısa ama kesin bir mesaj.

CHAT, CHAT
Geçen hafta, "yeni iletişim araçlarının" bir kurbanı da Hülya Avşar'ın şovundaydı. Askere kadar adı "Nurettin", askerden sonra ise yapılan bir yanlışlıkla "Nurittin" olan bir adam, eşinin kendisini bilgisayardaki "chat" yoluyla nasıl "aldattığını" anlattı.

"Aldatılan" eş bir işçiydi. Eski eşinin yeni tercihi ise bir edebiyat öğretmeni.

İşçi, kendisinin içki içmediğini, kumar oynamadığını, bu kadar çok meziyetinin yanısıra bir de karısına şiirler yazamayacağını vurguluyordu. Ayrılmışlardı. Ayrıldığı eşi ise yeni bilgisayar aşkı ile yolunu birleştirememişti.

Baktım, son haftlarda, cep telefonu mesajlarının gümbürtüsü kadar, canları sıkılan insanların bilgisayar vasıtasıyla ilişki kurdukları bir iklimin rüzgarları da buralarda yavaştan esiyor. Üstelik bu iklime uygun bir zemin henüz bu coğrafyada oluşmadığı halde.

HER ŞEY DEĞİŞİYOR
Philippe Sollers kadar önceden ve derinlikli olmasa da, yaşamın içine nüfuz eden ve insan ilişkileri ile toplumun anlayışlarını değiştiren gelişmeleri artık biz de farkediyoruz.

Sperm bankaları, suni döllenme, cep telefonlarındaki mesajlaşma, bilgisayar ile alt üst olan eski ilişkiler...

Buna rağmen, Türkiye'nin idari mekanizmaları ve yöntemleri geçmişte takılıp kalma gayreti içinde.

Birinci sayfalardaki can sıkıcı ve hiç değişmeyen gündem ile magazinselleşmenin hafifliğinde kaybolan yeni çehre, birbirinden farklı.

Bizde farklı ama, çağdaş dünyada değil.

Dünya, bir önceki sanayi dönemini ve onun toplumsal ilişkilerini dürerek bir yana kaldırmakta.

Siyasetteki tutuculuğu aşmak için, belki de Ankara'ya insan yaşamlarındaki değişimi göstermek gerek.

Philippe Sollers okumazlar ama muhakkak ki magazinleşmenin inanılmaz hafifliğinde eğlenmekteler. Hiç olmazsa oradaki dönüşüme dikkat etseler. Tabii, bir de içinde bulunduğu suyun ısısının değiştiğini farketmeyen ya da buna aldırmayan kurbağanın başına ne geldiğine...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır