kapat

23.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
pandora
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


"Ulusal çıkar" ve "mayınlar"...

Türkiye'nin görünebilir ufkunda, AB ile "tam üyelik" müzakerelerinin başlayabileceği hazırlıkları yapmaktan daha önemli bir "gündem maddesi" yok. Bu, bir başka deyimle, Türkiye'nin "Kopenhag Kriterleri Işığında Alınması Gereken Önlemleri" alması ve bunları yürürlüğe koyması anlamına geliyor. AB üyeliği, Türkiye açısından bir "takıntı" niteliğinde bir psikolojik saplantı olduğundan değil. İki sebepten:

1. Soğuk Savaş'ın bitiminden itibaren, Türkiye'nin 21.yüzyıl ve sonrası için yeni bir "toplumsal sözleşme"ye veya bir "yeni ulusal uzlaşma"ya ihtiyacı belirdi. Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmek, bu anlama geliyor. Türkiye'nin yeni koşullara göre, yenilenmesi anlamına geliyor.

2. 21.yüzyılın "uluslararası ve stratejik biçimlenmeleri"ne göre, eğer Türkiye, kendisine bir "adres" edinecek ve bu "adres" Batı sistemi olacak ise, AB Helsinki Zirvesi'nde karara bağlanmış "Avrupa genişlemesi" çerçevesinde, Avrupalı bir kimlik kazanacak.

Yani, Türkiye'nin "yeni güvenlik doktrini" de, bu arada Kemal Atatürk tarafından belirlenmiş "uygarlık kimliği" de, "genişletilmiş Avrupa kimliği" içinde yer alması yönüne işaret ediyor.

Dolayısıyla, Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmek, hem iç düzeni hem de dış ilişkileri açısından "tayin edici önem"dedir. Bu amaçla, İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu'nun hazırladığı rapor, önceki gün Bakanlar Kurulu'nun gündemine geldi ve MHP'nin itirazları sonucu, bir "hükümet belgesi" değil, bir "çalışma belgesi" niteliği kazandı. Beri yandan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Brüksel temasları sonucunda, "Türkiye üzerine düşenleri yaptığı takdirde", AB ile tam üyelik müzakerelerinin 2001 sonunda başlayabileceğini bildirdi.

"Üzerine düşenleri yaptığı takdirde" şerhi önemli. Çünkü, yapmama ihtimali söz konusu. Bu da, önümüzdeki bir yıl, "AB standartları"na ve bu arada "Kopenhag siyasi kriterleri"ne uyum konusunda çetin iç mücadelenin her seviyede devam edeceği anlamına geliyor.

Peki, Bakanlar Kurulu'nun "çalışma belgesi" adı altında kabul ettiği metin, biraz yüreklere su serpmiyor mu?

Gerçi, Bülent Ecevit'in açıklamaları, "AB'ye doğru ilk adım" diye medyatik bir selam aldı ama paçaları sıvamak için henüz erken. Zira, Bakanlar Kurulu'nun önüne gelen rapor, zaten MGK'nın itirazlarının damgasını taşıyordu. MGK'nin itirazlarıyla belirli ölçülerde hadım hale getirilmiş olan rapor, Bakanlar Kurulu'nda bir de MHP'nin itirazlarıyla "soyut hedefler manzumesi" haline geldi.

AB'ye aday bir ülkenin, tüm enerjisini, 1993'te ilan edilmiş olan Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye harcaması gerekirken, Türkiye'de yapılan, bu "kriterler"in etrafından dolaşmak için yol aramak. Zaman kaybı ve patinaj.

Kopenhag kriterlerinde sözü edilen "azınlık" kavramı, Lozan Anlaşması'ndakinden farklı. Bu bilinmesine rağmen, "Kürt kimliğinin tanınması veya Kürtçe televizyona izin verilmesi gibi ayrılıkçılığı körükleyecek ve milli birliğimizi bozacak önerilen uygun olmadığı değerlendirilmektedir" türünden MGK itirazı ile "kriterler"in "temel ruhu" çelişmektedir.

Avrupa kimliği içinde, İspanyol milli bütünlüğü çerçevesinde bırakınız Bask kimliğini, Katalan kimliği bile tanınırken; İtalya'da Lombardiya, Alto Adige vs., Fransa'da Korsika (örnekleri çoğaltmak mümkün) kimliği dahi kabul görmeye başlamış ve bunlar her ülkenin "milli bünyesi"ni güçlendirirken, Türkiye'de Kürtlerin kültürel kimliğinin dahi kabul görmemesiyle, Türkiye'nin "Avrupa kimliği" içinde yer almasının imkansızlığı ortadadır.

Kaldı ki, "Lozan Anlaşması'na göre ülkede yaşayan gayrimüslim kişilerin azınlık statüsünde olup olmadıklarına bakılmaksızın dini vecibelerini yerine getirmeleri"ne dahi Devlet Bahçeli karşı çıkar ve bu rapordan çıkarılırsa, idam cezası ve 312. maddeye hiç değinilmezse, buradan ne sonuç çıkarmalıyız?

Belli. Türkiye, daha "özgürlük" teneffüs etmeye teşne değil. "Güvenlik devleti" zihniyeti egemen. Ortada, "özgürlükler ve insan hakları ilkeleri" üzerinde yapılanmakta olan Avrupa'ya giden yola serilen "mayınlar" olduğu görülüyor.

Eğer, "mayınlar" MGK ve MHP; Türkiye'nin tarihi ve stratejik hedefi, yani "ulusal çıkarı" Avrupa ise, hangisinden vazgeçilmelidir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır