kapat

24.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Dünya asıl şimdi gidiyor Komünizm'e...

Türkiye genelde Komünizm'i "Sovyetler"le özdeşleştirdi ve Sovyetler yıkılınca da, Komünizm'in yıkıldığına inandı...

Egemenliklerinin kaynakları saydam olmayan çevreler de bu inancı alabildiğine pompaladı...

Oysa Dünya asıl şimdi gidiyor Komünizm'e...

Peki ama, "Komünizm" nedir?

Komünizm, bizim minicik Dünya'mızdan çok daha büyük milyarlarca gezegenden oluşan, milyarlarca galaksisi ile durmadan değişim içindeki Kozmos'un "sürekli değişim düzenidir."

Kozmos'a kıyasla pire tersinden bile daha küçük olan Dünya'mız, Kozmos'un "sürekli değişiminden" kopuk olabilir mi?

Karl Marx da dahil, hiç bir şeyin Kozmos'daki sürekli değişimin dışında kalamayacağına inanan "monist" düşünürler; bu değişimin Dünya'daki insan toplumlarına nasıl yansıdığını incelemişler, "üretim teknolojileri" değiştikçe, toplumların da değiştiğini saptamışlardır.

Taş devri döneminden; eski Mısır Firavunları'nın Piramidler'in yapımında uyguladıkları "köleleri çalıştırma" döneminden; derebeylik dönemlerinden; mutlak monarşiler döneminden; "Uzay çağı"na nasıl gelinmiştir?

Ne yazık ki, Türkiye, -üniversiteleri de dahil- bu konuların dışında tutuldu hep...

Toplumsal değişimler grafiğinde, "Endüstri" dönemi; "Sermaye sınıfı-İşçi sınıfı" ayırımını ve çatışmasını getirmiştir gündeme...

Bu çatışmanın amacı, Marksist siyasetçiler tarafından "İşçi sınıfı diktası"nı kurmak olarak değerlendirilmiştir.

Oysa amaç, işçi sınıfı diktası değil, sermaye sınıfının dondurmak istediği toplumsal "statüko"nun, yeniden "değişim sürecine" girmesiydi..

Çünkü sermaye sınıfı, enerji kaynağı olarak işçi sınıfının kol gücünden kar sağladığı için; yeni enerji kaynakları bulma amacıyla, rantabl olmayan yatırımlara boş veriyordu...

Sermaye sınıfı, kendi çocuklarına sermayesini miras bırakıyor; işçi sınıfı ise çocuklarına sadece "kol gücüyle çalışma" koşullanmasını bırakıyordu...

Ve toplum donmuş bir "statüko" içinde, Kozmos'un temel özelliğini oluşturan "sürekli değişim" olgusunun dışında tutulmak isteniyordu. Böyle bir donmuşluk ise "Kozmos'un, yani Kainat'ın, yani Evren'in doğası"na aykırıydı...

Bu donmuşluğu bir "İşçi sınıfı devrimi"yle aşmak ve "değişimdeki sürekliliği" yeniden başlatmak gerekiyordu.

Rusya'da Lenin devrimi böyle bir denemeye girişti. Çünkü Lenin'e göre köylü kalmış olan Rusya; endüstri aşamasını yapmış ülkelerin, pazar kaybetmemek için uyguladıkları, "geri ülkelerdeki gelişmeleri engelleme, yani emperyalizm" nedeniyle, köylülüğü dahi aşamayacak, "Sermaye sınıfı-İşçi sınıfı" dönemine bile geçemeyecekti.

Köylülüğü aşamamış ülkeler arasında Leninizm'e özenenler çok oldu. Hatta o ülkeler, "bağımsızlık" hareketlerini dahi, "anti-emparyalist" bir hareket olarak değerlendirdiler. Oysa bağımsızlık hareketleri, genellikle silah pazarlarını genişletmek için elaltından silah fabrikatörleriyle onların siyasetçilerinin destekledikleri hareketlerdi. Bağımsızlık hareketleriyle birlikte silah satışlarında da büyük artışlar oldu.

Sovyet devrimi kendine özgü bir ekonomi yaratmak istedi. Bu yeni modelde, patron karı yoktu ama, Kızıl Ordu'nun payı büyüktü. Ancak bu yeni model ekonomi, "değişim süreci"nde yeni bir evre olan "Uzay çağı"nı başlattı. Ve tarihdeki işlevini tamamladı.

Ancak bu kez de başka bir statüko çıkmıştı ortaya "Emperyalist ABD kanadıyla, Komünist Sovyetler kanadı..."

Sonunda bu statükoyu da Büyük Gorbaçov bozdu ve o da, "globalleşme" sürecini başlattı...

Bizim minik Arz yuvarlığımızda değişimin önü iyice açıldığı için, işçi sınıfının kol gücüne ihtiyaç kalmamakta; onun yerini otomasyon, robotlar, elektronik almaktadır. Üretim hızla arttığı için de; vaktiyle bağımsızlaştığını sanan ülkelerin; silah alımları ve ordu harcamaları yüzünden yoksul bıraktığı halkları, artık zengileştirmek gerekmektedir. Bu da ancak, halkı yoksul ülkelerdeki ordu harcamalarının azaltılmasıyla mümkündür...

Ve bu kez bu değişimin öncülüğünü, "Bilgi toplumu" dönemini başlatmış olan ABD yapmakta... O nedenle Başkan Clinton, İstanbul'da Yeltsin'e "Ben bir Dünya vatandaşı olarak..." diye hitap etmiştir...

"Ulus-Devlet" modeli aşılmakta, "Avrupa Birliği vatandaşlığı", "Dünya vatandaşlığı"nın kapısını tıklatmakta...

Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler gibi uzun menzilli füzeleri henüz bulamamış olan Washington, Türkiye'yi Kışlası ve Cami'siyle Sovyetler'e karşı öylesine koşullandırıyordu ki, her türlü koşullanmayı ırgalamak isteyen sanat ve bilim kadrolarını ezip bitiriyordu.

Atina, ABD'ye bağlı albay cuntasını devirip bu baskılara karşı çıkabildi.

Ankara, kendi beyinsel kadrolarını yok etme pahasına, aşırı Washington'cu kesildi. Gerekçe de "donumuza kadar her şeyimizi Amerika'nın verdiği" idi.

Teknolojideki değişimlerle sürekli bütünleşen saydam bir global sermaye; teknolojik yatırımlara boş verip işçi sınıfını sömürerek ve yoksul ülkelere silah satarak semiren "19 - 20. Yüzyıl kapitalizmi" değil artık...

Ne yazik ki Türkiye, bu tür konuların dışında tutulduğu ve kendi beyinsel kadrolarını da iyice ezdiği için; kaynağı belirsiz bir oportünizmin savurganlığında, "yaşam kalitesi" açısından Yunanistan'ın bile 65 basamak altına düştü...

Bu konular "Kahrolsun Komünizm diye diye Globalleşme" adlı kitabımda daha ayrıntılı olarak işlenmiştir.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır