kapat

20.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


'First Lady'ler

Amerikalılar'ın en sevmediğim yanlarından biri, şu mutlu aile tablosu çizme merakları... Hele sözkonusu aile, başkanın ailesi olunca, tablo iyice abartılıp şov hepten dayanılmaz hale geliyor.

Sakin ve donuk mizacıyla tanınan Başkan adayı Al Gore'un Rüzgar Gibi Geçti filmindeki ünlü öpüşme sahnesine taş çıkartan bir ateşlilikle karısını belinden kavrayıp uzun uzun öpüşünün fotoğraflarını dünkü gazetelerde görmüşsünüzdür. Neresinden bakarsanız bakın traji komik bir sahne...

Gore, sanki uzun zamandır hiç fırsat bulamıyormuş da nihayet yakalamış gibi, karısını Kongre boyunca tam dört kere hem de uzun uzun öpmüş. Karısı da rolüne hakkını vermiş doğrusu. Kocasının bu beklenmedik ateşlenişine aynı ateşle karşılık vermekle yetinmemiş: Amerikan halkının, süper devlete her bakımdan süper bir başkan beklentisini de doğrulamış: "Siz onu asıl evde görmelisiniz" demiş...

Zavallı kadın, ne yapsındı yani... Kocasının aylardır kampanya yorgunluğundan, seçim stresinden başını yastığa koyar koymaz horlamaya başladığını söyleyip bir çuval inciri berbart mı etsindi!

***

Bakmayın "zavallı kadın" dediğime. First Lady'lik rolünden, demokrasilerin içinde yaşamaya devam eden bu monarşi kalıntısı kurumdan ve onun taçsız kraliçelerinden oldum bittim haz etmemişimdir. Ve hep, kişiliğine düşkün bir kadının çıkıp bu rolü oynamayı reddetmesini, "Biz kraliyet ailesi değiliz ki! Kocam başkansa bana ne, bana değil ona oy verdiniz" deyip başına buyruk yaşamasını istemişimdir.

Ama maalesef böyle birşey hemen hiç olmuyor. Bazıları, Hillary Clinton örneğinde olduğu gibi, nikah yoluyla kazandıkları statüyü seçilmişliğin gururuyla taçlandırmaya kalkışsalar da; çoğu, rolünden gayet memnun, mutlu bir şekilde yaşayıp gidiyor.

Ve bu halleriyle First Lady'ler bana "ikinci cins" olmanın sembolü gibi görünüyor.

Çünkü ideal bir First Lady olmak demek; kendisini silebilmek, benliğini yok edebilmek demek. First Lady'lik, hayatını First Man'in yani Birinci Cins'in tamamlayıcısı ve destekçisi olarak sürdürmekten zevk alabilme becerisi gerektiriyor.

Yıllar yılı kocasının gölgesi olmayı, onun yanında bir aksesuar olarak durmayı içine sindirebilmiş; hiçbir davranışıyla ona ters düşmemeyi becerebilmiş; bu kadar tabi yaşayabilmiş; benliğinin üstüne bir çizgi çizip kendinden bu kadar rahat vazgeçebilmiş; üstelik de bu rolden rahatsız olmak bir yana; hayatının rolü olarak benimsemiş bir insanın, "eşit cins" olması mümkün mü?

Kocası kürsüde konuşurken, üç saat boyunca, dudaklarında geniş bir gülümsemeyle saksı gibi onun yanında durabilmek ve kendini aşağılanmış hissetmemek her kadının harcı değil.

Kocası seçim kampanyasında il il, meydan meydan dolaşırken, çanta gibi yanında dolaşmak; şevkatle terini silip herkesle birlikte alkışlamak; arada bir, hayranlık (ve mümkünse ölçülü dozda sevgi) dolu gözlerle bakmak ve kendi kendine "oy isteyen ben değilim, öyleyse bu kürsüde ne işim var" diye sormamak da her kadının yapabileceği bir iş değil.

Bunu yapabilmek için gerçekten de sıkı bir "ikinci cinsi" olabilmek; bu rolü taa iliklerinde duyabilmek gerekir.

***

Dünyada yüzmilyonlarca kadının, benliğinin üstüne bir çizgi çekerek kocası için ve onun tamamlayıcı parçası olarak yaşayıp gittiğini biliyoruz. Ama onlar hiç değilse bu rolden şikayet ediyor, az ya da çok utanıyor, az ya da çok değiştirmeye çalışıyorlar.

Bu rolü First Lady'ler gibi gurur duyulacak bir kimlik olarak taşımıyorlar.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır