kapat

17.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
İLKER SARIER(isarier@sabah.com.tr )


KHK ve uyuşturucu

Tantan'ın kaptanlığındaki Emniyet, suç örgütlerinin üzerine balyoz gibi iniyor.

Devleti dolandıran hayalicilerden sonra, son yılların en büyük operasyonu "uyuşturucu baronları" üzerine yöneldi, son 10 yılda Avrupa'ya 3 ton eroin sevk eden bir şebeke, derdest edildi.

Dünyanın belli başlı uyuşturucu köprülerinden biri haline gelen Türkiye için bu operasyon, PKK'ya karşı yürütülen operasyonlardan daha önemsiz değildir.

Çünkü Tantan'a gönderilen raporların, korkunç bir gerçeği dile getirdiği seslendiriliyor:

"Uyuşturucu baronları ile işbirliği halinde Emniyet ve sair güç odakları var!"

İşte Türkiye'de, Susurluk karanlıklarını aydınlatabilecek "temizeller" seferberliğinin üzerine gitmesi gereken en can alıcı nokta...

Kimlerdir bu uyuşturucu tacirleri ile "ortaklık" yürüten kişiler ve güçler?

Önce bu güçlerin saptanması, sonra da bir soruya daha cevap bulmak gerekiyor:

Günlerdir, irticaya ve bölücülüğe karşı hazırlandığı söylenen KHK, hiç hazırlanmasaydı veya Sezer bu KHK'yı hiçbir biçimde imzalamayacak olsaydı...

Uyuşturucu tacirleri ile birlikte Türkiye'nin kanını emen devlet memurları (var olduklarını var sayıyoruz) yargılanıp cezalarını çekmeyecekler miydi?

Ben, Ankara'nın siyasi kararlılığının ve sergileyeceği yüksek otoritenin, KHK olmadan da, bu pisliğin hakkından gelebileceğine inanıyorum.

Ve bir şey daha söylemek istiyorum:

Uyuşturucu bağları, Türkiye için, irtica kümelenmelerinden çok daha derin ve tehlikeli bir yarayı temsil etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, "uyuşturucu şebekelerini" temelli çökerttiği ve ilişkilerini aydınılığa çıkardığı gün, 2000'lerin hukuk devleti olmaya çok yaklaşmış olacaktır.

İş
İş Bankası 6 ayda 211 trilyon lira kâr etmiş... İsmiyle müsemma, "iş"ini bilen banka...

Köle
100 bin Ukraynalı kadın "seks kölesi" olmuş... Stalin köle'liğinden seks köleliğine...

Sevgi
Libyalılar, Ecevit'i çok seviyormuş... Ne yazık ki bizler Kaddafi'yi pek sevemiyoruz...

Kısasa kısas
Başbakan Ecevit, "İslam'da yeni yorumların tartışılması gerektiğini" seslendirdi.

Yüzlerce yıla damgasını vurmuş, halen de milyarlarca insanın yaşam ve düşünce sistemini derinden etkileyen bir "inanç manzumesinin" üzerinde düşünülecek reformların gazete sütunlarında tartışılması imkansızdır.

Bu gibi çok derin meseleler, akademik heyetler tarafından, kamuoyu önünde yürütülen uzun tartışmalar, çalışmalar ve tespitler ortamında ve belirli bir "demokratik konsensüs" temelinde ele alınabilir.

Yeni yorum, ihtiyaç varsa olur, henüz ihtiyaç belirmemişse olmaz.

Suudi Arabistan'da geçende tüyler ürperten bir "infaz" yapıldı.

Kısasa kısas esası üzerine, bir kişinin asit dökerek gözünü çıkartmaktan suçlu bulunan bir Mısırlı'nın 200 bin dolar tazminat önerisi reddedildi ve bir gözünün çıkartılmasına karar verildi.

Bir hastanede yapılan ameliyat ile suçlu Mısırlı'nın bir gözü oyuldu..

Kuşku yok ki, bu cezai uygulama da İslam'ın bir tür "yorumuna" dayanmaktadır.

Bu gibi olayların yaşandığı bir dünyada Türkiye'ye baktığımızda ise, toplumumuzun başka birçok İslam ülkelesinin çok çok ilersinde bir "yorum" içinde yaşamakta olduğunu görürüz.

Atatürk'ün, Cumhuriyet'in ve çağdaş demokrasinin toplumumuza kazandırdığı mesafeler gözardı edilecek mesafeler değil...

Birçok noktadan eleştirdiğim sistemimize, bu açıdan şükretmeye devam ediyorum.

Suudi Arabistan'daki "ceza ve infaz" sisteminden benim çıkardığım sonuç bu oldu...

Ceza"ev"lerimiz
Cezaevlerimiz, tıkabasa dolu ve aşüre kazanı gibi fokur fokur kaynıyor.

Ekonomik yaşam standardımız gerektiği ölçüye ulaşamadığı, müreffeh ve huzurlu bir toplumu yaratmakta geciktiğimiz için, "suç" oranları artıyor, "suç çeşidi" artıyor ve suçlu insan yelpazesi genişliyor.

Cezaevlerinin nispeten "ajite" kanatları haftalardır, F-tipi cezaevlerine isyan ediyorlar.

Bu ajite yaklaşımlarla "benzer görüşte" olmam mümkün değil...

Fakat cezaevleri konusunda, sarsılmaz bir inancım ve düşüncem var.

Suçlu her kim olursa olsun, mahkemede yargılanıp hüküm giydikten sonra, "temel insan haklarından" yararlanacağı bir cezaevine kapatılmalıdır.

"Ceza"sını mutlaka çekecektir ama "işkence ortamı"nda değil...

F tipi cezaevleri konusunda kesin bir görüş ve kanaat henüz edinemedim. Bunun "pratikte görülmesi" gerektiğini düşünüyorum.

Ama önemli olan "zihniyettir!"

Eğer bir ülkede "hukuk zihniyeti" hakimse, cezaevi ister F-tipi isterse Z-tipi olsun fark etmez.

Hukuken de esas şudur:

Hükümlüyü cezaevine koymakta amaç, onu "özgürlüğünden mahrum" bırakmakla, "tedip" etmektir.

Bir insanın özgürlüğünden mahrum kalması, "yeterli" cezadır.

F-tipi'nin ekstra bir "cezayı" içerip içermeyeceği pratikte görülecektir.

"Koğuş" sisteminin sakıncaları ve yarattığı suç ortamı da ortadadır.

Bu arada, hükümetin, "af konusuna" da bir an önce eğilip, verilmiş sözlerin üzerinde durmasında, "af vaadini" bir işkenceye dönüştürmemesinde büyük yarar var...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır