kapat

17.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Arbeta
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Misyonerlik

Bir okurum, geçen yazımda Gülen Cemaati için kullandığım "misyoner" sözcüğüne takılmış. "Misyonerliğin, Hıristiyan inanışının ve pratiğinin bir ürünü olduğunu, İslam'da ve pratiğinde misyonerlik olmadığını" söylüyor.

Bu itirazın altında, yalnızca terminoloji konusundaki hassasiyetin yatmadığını; asıl amacın, İslam dinini "misyoner" sözcüğünün etrafını kuşatan negatif anlamdan kurtarmak olduğunu görmek zor değil.

Evet, terimin Hıristiyan terminolijisinden aktarma olduğu doğru... Ama beni terminoloji değil, kavram ilgilendiriyor. Ve bu terim, İslam'ın Türkiye'deki durumunu çok iyi açıklıyor.

Ben bu kelimeyi kullanarak bir taşla iki kuş vurduğumu düşünüyorum. Hem, ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede İslam'ın misyonerliğini yapmak gibi ilginç bir duruma işaret ediyor; hem de dindar kesimin büyük çoğunluğunda var olan bir çifte standarda dikkat çekiyorum.

Şimdi ne demek istediğimi biraz açayım.

***

Geçenlerde Türkiye'ye gelmiş Amerikalı bir grupla tanıştım. Hepsi de üniversiteli gençlerdi. ABD'nin "İncil Kuşağı" denen kesiminde yaşayan son derece dindar gençler... Hem kendileri sık sık Türkiye'ye geliyor, hem de bazı gençleri ABD'de ağırlıyor ve besbelli ki, bütün bunları misyoner bir ruhla yapıyorlardı.

Gruptaki Türk gençler tedirgindi. Amerikalı arkadaşlarının "gizli niyetinin" kendilerine Hıristiyanlık propagandası yapmak olduğunu seziyor, bunu ciddi bir suç olarak görüyor, şiddetli tepki duyuyor, ama yüzlerine de vuramıyorlardı. Sohbet ilerledikçe gerginlik artıyor, dile dökülemeyen her kelime zehir olup, gençlerin arasında doğması muhtemel dostluğu öldürüyordu.

Sonunda o zehiri akıtmaya, o yasak sözcüğü ortaya dökerek etkisiz hale getirmeye karar verdim. Açıkça misyonerlik yapma hakkı üzerine konuşmaya başladım:

Bir insanın doğru bildiği bir şeye başkalarını da inandırmayı misyon edinmesinden daha doğal ne olabilirdi? Bunun nesi suç, nesi ayıptı? İsteyen istediği inancın propagandasını yapmakta serbest olmalıydı; insanlar da ikna olup olmamakta serbest... Misyonerliğin yasaklanmasının ardında, hem kendimize, hem de başkalarına duyduğumuz güvensizlik yatıyordu. "Ya ikna olursa" veya "Ya ikna olursam" korkusu...

Bunları söylediğimde, karşımdaki gençlerin halini görecektiniz. Amerikalılar, niyetin böyle pervasızca deşifre edilmesi karşısında şaşkın, susuyordu.

Ama asıl şaşkınlık yaşayanlar Türk gençlerdi. Konuşsanız, hepsi de birbirinden demokrat, birbirinden özgürlükçüydü. Ama, taa çocukluklarından bu yana, kafalarındaki "suç" hanesine yazdıkları bir kavramın, düşünce özgürlüğünün doğal bir uzantısı olarak sunulmasından fena halde sarsılmışlardı.

***

Belki de herşey, kafalarımızın içini kompartımanlara bölmekten, fikirlerin, tutum ve davranışların birbirleriyle ilişkisini kopararak düşünmekten doğuyor.

Özgürlüğü bir bütün olarak algılayamıyoruz. Bazılarımız, din özgürlüğünü, başka çeşit bir özgürlük -bütün diğer özgürlüklerden daha büyük, daha kutsal ve dokunulmaz- olarak algılayıp kafasının ayrı bir köşesine koyuyor; kimimiz cinsel özgürlüğü herşeyden yalıtıp ayrı bir rafa yerleştiriyor. Politik özgürlükler konusunda son derece hassas olan bazılarımız sıra ailede özgürlük meselesine gelince çuvallıyor. Ekonomik özgürlüklerin en ateşli savunucuları, başka özgürlükler gündeme geldiğinde sınıfta kalıyor. Arabasının, evdeki çamaşır makinasının kalitesi için serbest rekabeti savunuyor da, hayattaki en değerli ilişkileri için korumacı kesiliyor.

Demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün pekala "fikir piyasasında serbest rekabetten yana olmak" şeklinde tarif edilebileceğini düşünmüyor. Laiklik diye binbir türlü tarifini verdiğimiz şeyin de aslında özgürlük ve demokrasinin din alanına uygulanmasından başka birşey olmadığını göremiyor. İslam dinini dünyaya yaymak için uğraşan Müslümanları alkışlıyor da, aynı şeyi yapmaya çalışan Hıristiyanları casustan beter bir suçlu gibi görüyor.

Bıraksa, "Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar" alıcı bulamamaktan iflas edecek. Ama o, ille de "salyangoz satışı yasaklansın" diye tutturuyor.

Ve işte sonuçta ortaya çıkan manzara...

Kafalardaki o kompartımanlar yüzünden, hem özgürlük denen o bütünsel kavram bölük pörçük olup sakatlanıyor, hem de bizler, parsellenmiş ve her bir parseli bir başka tabu tarafından işgal edilmiş zihinlerimizle paramparça hayatlar yaşıyoruz.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır