kapat

29.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Limasollu
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Ferrari'nin farkedilen farkı..

Araba 100'ü geçtimi işkillenen, 120'yi geçerse sinirlenen ben, 200 kilometre hızla giden Ferraride nasıl bu kadar rahat oluyorum diye sormuştum dün..

Bir defa sürücüye tam güven var.. İkincisi, öteki sürücülere de tam güven var.. Orası Fransa.. Çıkılmaz yerden önünüze aniden bir araba çıkmayacağını biliyorsunuz, mesela..

Üçüncüsü Ferrari tabii..Efsane Ferrari..

200'le giderken, hem de açık arabada, hızı hissetmiyorsunuz.. Rüzgarı hissetmiyorsunuz.. Yanınızdaki ile fısıltı ile konuşabiliyor, radyonuzu rahatça dinleyebiliyorsunuz.

Karşıdan bir başka Ferrari geliyordu. El sallamak için kolumu yukarı kaldırdım, müthiş bir güç elimi nasıl geriye fırlattı.. Başınızın üzerinde korkunç bir fırtına var.. Baş hizanızda huzur ve sükun.. Dizayn işte bu..

Oto yolda, yavaşlayıp önle mesafe bırakıyor zaman zaman Volkan.. Sonra bir atak.. Nasıl hız kazanıyor araba.. Çok uzakta gibi görünen otobüs nasıl bir anda büyüyor gözlerinizin önünde ve ben gözlerimi kapıyorum.. Ferrari ayni hızla yavaşlıyor ve normal hıza düşüyor.. Bu atakları ve yavaşlamaları da nasıl yumuşak hissediyorsunuz..

Yarım saat sonra, hıza da, ataklara da, müthiş manevralarla sollamalara ve viraj dönüşlerine alıştım.. Alıştıkça da, Volkan'ın beni daha fazla ürkütmemek için kendisini nasıl sıktığını hissettim..

Arkadaki arabada Fatih var.. Onunki bizim gibi düz vites değil.. Formül1 arabaları gibi. Direksiyon altında, parmak dokunuşu ile çalışan vitesler var. Sağ el büyütmek, sol el küçültmek için. Görecli olarak daha oynak bir model bu.. Ama Fatih'in yanında karısı Hande oturuyor.. Hande benden beter.. Hani Volkan'ın benim için gayet kısıtlı, limitli numaraları var ya.. Arkamızdan gelirken görünce "Bunu yaparsan öldürürüm seni" diyormuş Fatih'e..

Fatih, benim o müthiş maço arkadaşım da, nasıl bir kılıbık olmuş, evlendikten sonra.. O da ayrı fasıl ya..

Arabanın birini Hande ile ben, ötekini Volkan ile Fatih almalıydı aslında..

Müthiş, ama müthiş bir keyifti.. Volkan için çok kısıtlı, benim için çılgınlık düzeyinde bir keyif.. Düşünebiliyor musunuz kimbilir kaç filmde izlediğiniz o Monte Carlo koyunu seyreden daracık bol keskin virajlı dağ yollarında kovalamaca.. Aynen onlar gibi uçuyoruz, ayni yollarda..

Ferrarinin ve sürücüsünün farkı ile, çılgınlığı farketmeden..

Şimdi "Günlerdir bu ne Ferrari reklamı" diye işkillenen çok şüpheci dostlar çıkacaktır mutlak.. Onları rahatlatalım..

Ferrari dünyada reklama ihtiyacı olmayan belki de tek marka.. Dünya üzerindeki 43 ülkede konuşlanmış (Bayılıyorum bu konuşlanmak tabirine) Ferrari satıcılarının, arabanın reklamlarını yapmaları yasak.. Ferrari malını satmak için reklama tenezzül etmez çünkü.. Havaya bakın..

Formül1 yarışları var ya.. Oradaki Ferrari'nin yaptığı reklam yeter de artarmış bile..

"..mış" değil.. Öyle.. Ferrari yılda topu topu 3600 araba yapıyor. Yarısını sadece Amerika'da satıyor. Geri kalan yarısını da, 42 başka ülkede.. Türkiye bunlardan biri.. Bize düşen kontenjan da yılda 15 !.. Kıyameti koparsan fazlası yok.. Bu sayıda araba için de millet kuyrukta zaten.. Cemil Erman'a soruyorum..

Bu tanıtım için bizi alıp götürdükleri Spider 360'tan bu yıl bize düşen kaç tane bilir misiniz?..

1!..

Yazı ile bir!..

Gelecek yıl kontenjanımız yüzde 300 artıyor, 3 (Üç) oluyor.. 2001 yazında Ferrari 360 Spider ile hava atma şansına sahip üç kişi daha olacak Türkiye'de.. Onların da alıcıları şimdiden belli..

Yani bu yazıyı okuyup da heveslenen olursa, en erken iki yıl sonrası için sıraya girebilir.

Buyrun size reklam..

Monte Carlo ve Ferrari maceramızı yarın bitiriyoruz izninizle..

BİZİM DUVAR
General çok ama asker yok

denirdi futbolumuz için.. Üç Büyükler "paralı askerler"le doldu.

Hakan&Utku

TEBESSÜM
-Kaç sarışınla elektrik akımı oluşturulabilir?

İki. Biri küvete girer, diğeri saç kurutma makinesini uzatır.

SEVDİĞİM LAFLAR
Kazanmaktan alınacak en büyük ders, kazanabileceğimizi

öğrenmektir.

Dave Weinbaum

Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar
Abuzittinciğim..

Yahu aşağıda adam kalmadı, herkes birer ikişer yukarı çıkıyor.

En son Cenk'i de uğurladık.

O benden küçüktür. Aynı lisede okuduk (Ankara Koleji ama tanışmamız TRT'de oluyordu.)

Sonra bi süre Tele Pazar'ın sunuculuğunu birlikte yaptık. Cenk benim ölçülerime göre, Türkiyenin en başarılı canlı yayın sunucularından biriydi. Yayın derken televizyonu kastediyorum.

Canlı yayın hep süprizlerle doludur. Heran bir aksaklık beklenmedik bi durum çıkabilir, hata yapılabilir.. Bunun seyirciye elden geldiğince hissetirilmemesi gerekir.. İşte bunu en iyi yapan Cenk'ti. Bi rejisörün en rahat çalışabileceği sunucuydu. Bilirdiniz ki kameraların önünde bu işi iyi bilen biri var.

Öyle sanıyorum ki TV dünyamız Cenk'ten yeterince yararlanamadı veya o da bu işe kendini pek vermedi.

Nedense bazıları da O'nun esprilerini soğuk bulurlardı. Ben nedense gülmüşümdür. O an gülmesem bile altındaki anlamı çözdükten sonra gülmüşümdür. (Kafamın biraz geç çalıştığını itiraf etmekte artık bi sakınca görmüyornum)

Cenk Koray kadar hazır cevap ve ince espri yapan birini de (Orhan Boran dışında) hatırlamıyorum.

Cenk başkalarını inceden "işletmeye" de bayılırdı..

TV de birlikte program sunduğumuz yıllarda, nasibimi ben de almıştım. Yayın canlı. Hiç bi ön hazırlığı yok.. Spontane götürüyoruz. Şarkıcılar türkücüler, çeşitli yarışmalar röportajlar ne istersen var. Zaman zaman kim hangi konukla konuşacak o bile son saniyede belli oluyor. Sırada Atilla İçli varmış.. O günlerde daha çok yeni. Cenk bana "Atilla ile sen konuş" dedi. "Ben iyi tanımıyorum.. Ne sorayım. Sen konuş" dedim. "Ben de iyi tanımıyorum.. Bak na kadar gür saçlı bi çocuk.. Saçından filan bi yerden gir!" ve stüdyo kapısından çıktı gitti.

Yayına 30 saniye var.

Baktım hakikaten Atilla'nın enteresan saçları var. Belli ki özen gösteriyor.

"Merhaba" faslından sonra doğrudan "saçlar"dan başladım.

"Ne kadar da gür saçlarınız var.. Sizin sürdüğünüzden ben de sürsem.. Saçınızı çok mı sık yıkarsınız.. Berberiniz kim?" dedikçe Atilla "Bu stüdyo da ne sıcak.. Yarın da Fenerbahçenin maçı varmış" gibi alakasız cevaplar veriyor.

İşte bi gariplik var. Çaktırmadan stdüyo amirine bakıyorum o da şaşkın. Bu ara gözüm stüdyonun kapısına takıldı: Cenk yere çömelmiş, gülmekten iki büklüm. O zaman bende jeton düştü "Ulan" dedim "Gene bizi ketenpereye getirdi!"

Röportajı hemen bağladım. Atilla da türkülerine geçti.

Meğer peruk kullanıyormuş!

İşte böyle Abuzittinciğim bi kardeşimizi daha yitirdik.

Geçen hafta Hıncal sütunundan Cenk'e "Güneş'in dalgınlıklarını yazsana Cenk" diye seslenmişti. Artık o yazamayacak. Kendi dalgınlıklarımı yazmak da bana düştü..

İstermisin Atilla İçli de, Atilla İçli değil de Metin Milli olsun!?

Münasip yerlerinden öperim şekerim.

Kardeşin Osman.

Teşekkürler Kazım!..
Kazım Kanat'a "Bana bir özür borcun var" demiştim.. "Hıncal Usta'ya bir özür borcum vardı, şimdi bir tane daha oldu" diye yazdı.. Ben bir insanı durup dururken sevmem.. Yanlış yapmak insana mahsustur. Özür dileyebilmek insanlık katına çıkmanın yolu..

Bu ülkede iki türlü yazar var. Fikirlerinizi keyifle tartışacaklarınızın sayısı azdır.

Çoğunluk ikinci türdedir. Bunlar fikir sahibi değillerdir genelde.. Bu yüzden fikir tartışması yapmazlar, söverler, çamur atarlar. Amaçları sizi kendi kulvarlarına çekmektir. Tuzağa düşerseniz, onların düzeyine inersiniz. Kazım'a "Böylelerine sakın yanıt verme" demiştim. Dinlemedi, verdi ve adamların çirkin amaçlarını gözleri ile görünce, haklı olduğumuza kanaat getirdi. Kazım'ın görüşleri, gerçekten tartışılmaya değer.. Katılır, katılmazsınız, ayrı.. Ama tartışılmalı..

İlkini, dünya tartışıyor yıllardır.

Ülkeleri işgal edilenler, işgal güçleri ile ne derece ilişki içine girmeliler?.

Kazım, Fener'in işgal kuvvetleriş futbol takımları ile maç yapmış olmasına karşı çıkıyor. Fransa, Macaristan başta, Almanların işgal ettiği öteki ülkelerde de tartışılmıştı. Hatta hatırlayın, Pele başta ünlü futbolcular ve Sylvester Stallone'nun Zafere Kaçış filminde, işgalcilerle maç yapmak, ancak kutsal bir amaca yönelik kabul ediliyordu.

Şimdi Fener'in maçlarının da, Anadolu ihtilaline yönelik bazı eylemleri kamufle etmek ve morali bozuk İstanbul halkına, işgalcilere karşı spor alanlarında kazanarak moral vermek gibi kutsal amaçlar için yapıldığı yaygın ve kabul edilen tez. Kazım aksini iddia ediyor. Niye ediyor?.. Fener'in bu yıl yaptığı Sırp transferlere itiraz ediyor, ikisini birleştiriyor. Sırp transferlere itiraz da en tabii hakkı.. Çünkü tüm Avrupa iki yıldır bu tartışmayı yapıyor, biz niye yapmayalım..

Hayır.. Tartışma yok.. Kazım'a fikirle yanıt yok.. Sövme var.. Kazım'da da üzüntü.. "Niye yanıt verdim ki.."

Sövenlere, fikire karşı fikirle yanıt vermeyenlere, sizinle tartışıp şöhret olmak isteyenlere alet olmama gereğini ben çok geç öğrendim.

Şimdi yanıt vermiyorum ya.. Çıldırıyorlar. Sövme, yalan, iftira dozajlarını arttırıyorlar ki, adları köşemde geçsin.. Avuçlarını yalarlar. Onları gerçekten adam yerine koymadığım için, mahkemeye dahi vermiyorum.. Orada dahi uğraşmaya tenezzül etmiyorum. Daha da çıldırıyorlar.. Onlara en büyük ceza da bu..

Ölçüyü ne kadar kaçırırlarsa kaçırsınlar, karşılarında bir Sfenks bulduklarını ve ona zerre zarar veremediklerini görüyor, kendi öfkelerinin salyalarında boğuluyorlar.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır