kapat

12.06.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN DÜNDAR(cdundar@sabah.com.tr )


Amerikan gözlüğü

Cumartesi günü televizyonda Hafız Esad'ın vefatını duyuran spiker "Amerika da doğruladı" diyerek haberin inandırıcılığını pekiştirme gereği duydu. Sonra Washington'daki muhabir "Başkan'ın bir başsağlığı mesajı yayınlayacağı tahmin ediliyor" dedi; önemli bir istihbarat aktarırmış gibi...

Uçakla bir saat mesafedeki komşunun haberini Atlantik üzerinden aldık.

Türkiye'nin başsağlığı mesajından önce Amerika'nınkini dinledik.

Defalarca savaşın eşiğine geldiğimiz ülke hakkında konuşacak uzman bulmakta güçlük çektik.

Aktarılan bütün istihbarat öylesine "tercüme" kokuyordu ki bültenlerde "su ihtilafı" ya da "Hatay meselesi"nin muhtemel seyri yerine "Amerika'nın temasları" ve "İsrail'le barış süreci"ne ilişkin yorumlar öne çıktı.

Esad'ın Alevi olmasına, Suriye meclisinde başı açık kadınlarla örtülülerin bir arada oturmasına şaştık.

Sırt sırta yaşadığımız ülkeyle ilgili hiçbir şey bilmediğimizi fark ettik.

Sultan Vahdettin'in Şam'da, Sultan Selim Camii'nin avlusunda gömülü olduğunu kaç kişi biliyordu mesela... Hatay'daki referandum öncesi Atatürk'ün Alevileri etkilemek için bir Nakşi şeyhi görevlendirdiğini kaç kişi hatırlıyordu?

***

Geçen ay bir tur organizasyonuyla Suriye'yi gezen Fahri Aral'la konuştum dün... Şam'da, Halep'te Türkiye'nin bıraktığı izleri, sokaklarda Türkçe konuşanları anlattı uzun uzadıya... Halep'te yürürken yanına yaklaşan genç bir Suriyeli, lafa Türkçe girip, "Cumartesi'yi iple çekiyoruz. Çünkü ATV'de İbo Show yayınlanıyor. Bir de Memoli'ye hastayız" demiş.

Ortak bir coğrafyayı ve maziyi paylaştığımız, gözünü, kulağını Türkiye'ye dikmiş bu sorunlu komşu için yazılmış kaç kitap vardır Türkiye'de..?

Bir üniversitenin uluslararası ilişkiler kürsüsünde, Suriye'yi tez konusu seçmiş, Arapça bilen, Suriye basınını izleyen kaç akademisyen bulabilirsiniz?

Dünyanın en ücra köşelerini gezen, bütün kapalı kapılardan sızmayı beceren "haberci"lerin yolu neden hiç Şam'a düşmez?

Bu soruyu türünün hiç kuşkusuz en başarılı programını yapan Coşkun Aral'a sordum: "Suriye'ye girip çekim yapmakta güçlük de var, ama asıl sorun izleyicinin bilinçaltındaki Arap düşmanlığı" dedi.

"Ne Şam'ın şekeri, ne Arab'ın zekeri (kamışı)" diye boşuna denmemiş.

Ömer Asım Aksoy'un "Deyimler Sözlüğü" bu deyimi şöyle açıklıyor:

"Yarar sağlayacak olsa bile onunla karşılaşmak istemem".

***

Dünyayı basmakalıp sloganlarla algılıyor Türkiye...

Alkışlar veya "yuh"lar, "Yaşasın"lar ya da "Kahrolsun"larla konuşuyor.

Tabular, korkular, önyargılar, antipatiler yön veriyor ilişkilere...

Oysa "bilgi çağı", "Şam'ın şekerinden haberdar olma"yı Şam hakkında yargı sahibi olmanın önkoşulu sayıyor. Bilgilenince de hayatın "Yaşa" veya "Yuh"la özetlenemeyecek kadar karmaşık olduğunu keşfediyor insan...

İşte İran...

Tahran'da filizlenen, yeni modernist arayışları, rejim içindeki nüansları, farklı tonları, değişik yönelimleri kalın bir çizgiyle örtüp, "Mollalar İran'a" diye bağırarak çıkıyoruz işin içinden...

"Kahrolsun" dediğimiz hangi İran, ondan başka İran var mı, o başka İran'la ortak çıkarlarımız olabilir mi, son "İran karşıtı kampanya"da o ortak çıkarlardan rahatsız olanların parmağı bulunabilir mi, bunları düşünmüyoruz.

New York'a, Paris'e gitmeye can attığımız halde burnumuzun dibindeki Tahran'ı merak bile etmiyoruz. Ancak CNN muhabiri giderse ilgi duyuyoruz.

Bu yıl Cannes Film Festivali'nde 3 İran filminin ödül alması da ilgilendirmedi bizi... Komşunun sinemasını izlemiyoruz çünkü... Bu kadar ağır sansür altında ödüllük film çekmenin sırrını bilmiyoruz. Sinema salonlarımıza Hollywood devleri el koyduğundan biz sadece Amerikan filmi seyredebiliyoruz.

***

Suriye ile başladığımız turu, Rusya ile tamamlayalım:

2. Dünya Savaşı'nı anlatan Hollywood filmleri çoğunlukla Yahudi sermayesiyle çekildiği için savaşın yegane mağdurunun Yahudiler olduğu sanıldı. Ölü saymak ayıptır, ancak savaştaki 40 milyon kaybın 6 milyonunun Yahudi, 26 milyonunun Sovyet yurttaşı olduğunun bilinmesinde de yarar var.

Hayata Hollywood perdesiyle, CNN ekranı dışında bir mercekten bakmanın zamanı gelmedi mi sizce..?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır