kapat

30.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
'Prens' Ecevit İnönü'ye karşı
Ecevit "İnönü'ye karşı nasıl tavır alırım" diye düşünürken, bir Hint destanı kahramanı Krişna ona ilham verdi: "Gir savaşa, günah işlemezsin." Ecevit girdi savaşa ve kazandı

1963 yılının 20 Mayıs geceyarısı Ankara Radyosu bir ihtilal bildirisi okumaya başladı. Radyo, Albay Talat Aydemir'e bağlı Harbiyeliler'in eline geçmiş, darbeciler duruma tamamen hakim olmuşlardı.

O gecenin öyküsünü İnönü kabinesinin genç Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'ten dinlemiştim. Ecevit, bildiriyi dinledikten sonra her şeyin bittiği kanısına vardığını anlatmıştı. Rahşan Ecevit'le birlikte evde darbecilerin gelip kendilerini almasını beklemeye başlamışlar. O sırada Bülent Ecevit, eşinden kendisine bir bavul hazırlamasını rica etmiş; biraz çamaşır, biraz giyecek ve birkaç da felsefe kitabı... Ecevit, yıllardır isteyip politika nedeniyle ertelediği Sanskritçe çalışmalarına "içerde" yeniden dönebileceğini umuyormuş. O yüzden yanına aldığı kitaplar arasına Sanskritçe sözlüğünü ve "Gitanjali"yi de koymayı ihmal etmemiş:

"Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım

Şafağın sökmesiyle gökyüzü aydınlandı, benim yolum güzel bir manzara arzediyor

Beraberimde ne götüreceğimi sormayın. Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum

Düğün çelengini takınacağım. Benim elbisem seyyahın güvez renkli elbisesinden değildir ve yolda tehlikeler olmakla beraber içimde hiç bir korku yoktur."

Ecevit'in daima kalbinin köşesinde sakladığı bu gizli dil, zaman zaman, özellikle de kriz dönemlerinde yeniden ortaya çıkacak ve o eski arzu yeniden depreşecektir. 21 Mayıs sabahı darbe girişimi bastırılınca Ecevit'in Sanskritçe tercüme hevesi yarım kalsa da, daha sonraki darbe girişimlerinde de hazırlanan her bavulda o kitaplar olacaktır.

İNÖNÜ'YE KARŞI
CHP'nin Genel Sekreteri Bülent Ecevit 1972 yılında İnönü'ye rakip oldu.

12 Mart müdahalesinin kendisine karşı yapıldığını düşünüyordu. "Ortanın solu" fikriyle ortaya çıkmıştı. Artık partiyi bu fikrin sürüklemesi gerektiğini düşünüyordu, ama karşısında koca İsmet Paşa vardı. Sevip saydığı bir lidere karşı aday olmak, ağır geliyordu. Sancılanıp durduğu bir gece, gençliğinde okuduğu, çevirdiği ve o günden beri zor günlerde hep başvurduğu bir kitabı anımsadı:

Bu, Hint felsefesinin İncili sayılan Sanskriçte "Mahabharata" destanıydı. Bin yıl önce manzum olarak yazıya dökülmüş 1000 bin beyitten oluşan bu kutsal destandaki öykülerden biri ("Ruhun Şarkısı" anlamına gelen Bhagavadgita'nın) Krişna'nın Prens Arcuna'ya öğütlerini anlatıyordu:

Öyküde, Komutan Prens Arcuna bir savaşa girme kararının eşiğindedir. Ama savaşacağı insanlar arasında çok sevip saydığı akrabaları da vardır. Arcuna sancılanır, "Ben bunlarla nasıl mücadele edebilirim. Bunlar benim en sevdiğim, en saydığım insanlar" der kendi kendine; "Ben onların hiç birine kıyamam. Eğer onlarla mücadeleye girmem gerekiyorsa onlar beni hedef alsın, öldürsünler daha iyi..." Ve bu düşünceyle Arcuna silahını yere atar... Ona yol gösteren Krişna burada devreye girer ve der ki: "Sen eğer kendin bir şeyler kazanmak için bu savaşa gireceksen, girme. Ama bu savaşın yapılması gerektiğine inanıyorsan ve kendin için bir şey beklemiyorsan, bu savaşa girmek zorundasın." Böylece Prens Arcuna yüreğine taş basarak mücadeleye girer.

Tıpkı "İnönü'ye karşı nasıl tavır alırım, onunla nasıl mücadele ederim" diye kendi kendisiyle kavga eden "Prens" Ecevit'in, Krişna'nın öğütlerini okuyunca liderliğe soyunma kararı alması gibi... Ecevit Gitanjali'de "Acıyla tadı/yitimle kazancı/yengiyle yenilgiyi/bir tutarak gir savaşa/o zaman işte/günah işlemezsin" diye yazmıştır. Girer savaşa... Ve kazanır.

Ecevit'in hayatında benzer bir sahne 1974 Kıbrıs çıkarması döneminde yaşandı. Harekattan sonra New York Times'dan bir gazeteci, Başbakan Ecevit'e "Böylesine zor bir kararı nasıl aldığını, karar verirken zorlanıp zorlanmadığını" sordu. Ecevit, yine Hint klasiklerine atıf yaparak yanıtladı:

Harekat kararını aldığı gece, uykularından sık sık uyanıp yine "Mahabbarata" destanını ve o destandan Bhagavadgita'yı okumuştu. Komutan Arcuna bu kez kendi içindeki "iyi" ile "kötü"nün çatışmasını yaşıyor. Destanın bir yerinde bir toprağın elde edilmesi için ordularını gönderip göndermeme kararıyla başbaşa kalmış ve içindeki iyilik ve kötülüğünün çatışması sonucu kararını, orduları yollama şeklinde vermişti. Destanın sonunda ordu, zafere kavuşuyordu. Ecevit demecinde harekat kararı arifesinde "dönüp dönüp Bhagavadgita'yı okuduğunu" anlatmıştı.

KİTAPTAN GERÇEĞE
11 Eylül gece yarısı askerler tanklarla Or-an'daki evinin kapısına dayandığında Ecevit yeniden Tagore'a ve kitaplarına döndü: "Gece karanlık çöktü. Günümüzün işi bitmişti. Zannettik ki gecenin son misafiri de gelmiş ve köyde bütün kapılar kapanmıştı. Yalnız bazıları hükümdarın geleceğini söylediler. Biz güldük, 'Hayır imkanı yok' dedik. Kapı vuruluyormuş gibi geldi ve biz 'Bu, rüzgardan başka bir şey olamaz' dedik. Lambaları söndürdük ve uykuya yattık. Yalnız bazıları 'Bu, habercidir' dediler. Biz güldük ve 'Hayır, rüzgar olmalı' dedik. "Gecenin ölü ıssızlığında bir ses duyuldu. Uyku içinde sandık ki bu, uzaktaki fırtınaydı. Yer titredi, duvarlar sarsıldı, uykumuzda rahatsız olduk. Yalnız bazıları bunun, tekerleklerin sesi olduğunu söylediler. Uykuda bir mırıldanışla, 'Hayır, bulutların gürlemesi olmalı' dedik. "Trampet çalındığı zaman gece hâlâ karanlıktı. 'Uyanın gecikmeyin' sesi duyuldu. Ellerimizi kalplerimize bastırdık ve korkudan titredik. Bazıları, 'Bakın hükümdarın bayrağı' dediler. Ayağa fırladık ve bağrıştık: 'Kaybedecek vaktimiz yok!' Gök gürülder. Karanlık şimşekle titrer. Paralanmış hasırı çıkar ve avluya ser. Fırtınayla beraber, ansızın korkunç gecemizin hükümdarı geldi."

Ecevit o dönem yargılandı, mahkum oldu ve hapse girdi. Hapiste, kaldığı tek kişilik koğuşun komşuları günler geceler boyunca daktilosunun tıkırtılarının hiç kesilmediğini anlattılar. Sürekli yazıyordu. Hindistan'ın büyük lideri Jawaharlal Nehru da öyle yapmıştı. Hapiste yazdığı "Dünya Tarihine Bakış" adlı kitap, daima Ecevit'in başucu kitabı olmuştu. Bir sohbette o kitap için "Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım tek eser" demişti.

O dönem savcılıktaki Ecevit'in soruşturma dosyasının içinde MHP'lilerin 12 Eylül öncesi yaptığı bazı ihbarlar da vardı. Yaşar Okuyan imzalı bu ihbarlardan biri de, Ecevit'in "Sanskritçe öğrenmek suretiyle bölücülük yaptığı" iddiasıydı. Ecevit, bundan yargılanmadı. Yaşar Okuyan ise 20 yıl sonra kendi kabinesinde bakan olacaktı.

SÜSLERİ TERK
12 Eylül'den kısa bir süre sonra CHP Genel Başkanlığından ayrıldı Ecevit... Evine çekildi. Kamuoyu bunun aslında bir ricat değil, yeni bir savaş hazırlığı için yığınak süreci olduğunu çok yakında anlayacaktı. Tagore'da İngilizler'in verdiği "Sir" ünvanından, Pencap'taki ayaklanmanın İngiliz askerlerince kanlı bir şekilde bastırılması üzerine vazgeçmemiş miydi?

Hem ne demişti Tagore, Tanrıyla sohbetlerinde: "Artık bütün adi süsleri terk ediyorum. Kalbimin tanrısı, bundan sonra benim için ne beklemek ve köşelerde ağlamak, ne de utangaçlık ve tatlı tavırlar yok. Süslenmek için sen bana kılıcını verdin. Artık bana süslenme yok".

Ecevit, o kılıcı kuşandı ve 12 Eylül'de başlattığı mücadeleyi yoktan var ettiği bir partiyle zafere ulaştırdı. "Adi süsleri" iktidarda da kuşanmadı. Lüks makam arabalarını, uçakta özel muameleyi, pahalı markalar giyinmeyi hep reddetti. Ama gizli bir hayali kalbinde sakladı. "Bir gün Hindistan'a gidebilmek ve Tagore'un okulunu ziyaret edebilmek." İşte Ecevit'in bu hayali bu hafta sonu gerçek oluyor...

Ecevit bizden biri!..
Ecevit'in Sanskritçe'den çevirdiği Tagore kitabı tekrar basıldı.

Hint Büyükelçisi M.K. Bhadrakumar geçen Nisan ayında bir Pazar günü Altemur Kılıç'ın İstanbul'daki evinde Bülent Ecevit'in 1941 basımı "Gitanjali" çevirisini gördü. Ecevit kitabı, Robert Kolej'den arkadaşı Kılıç'a imzalamıştı. Altemur Kılıç, Büyükelçi'ye "Neden bu kitabı yeniden basmıyorsunuz" diye sordu. Büyükelçi, hemen benimsedi bu fikri...

Kültür Bakanlığının da katkılarıyla kitap 58 yıl sonra yeniden basıldı ve bir resepsiyonla tanıtıldı. O resepsiyonda konuşan Hint büyükelçisi şöyle dedi: "Hindistan medeniyetinin akışına kendini bütün derinliğiyle vermiş bir Sanskritçe ve Bengalce uzmanı ve eski kutsal Hindu destanlarından etkilenmiş ve ilham almış biri olarak Sayın Ecevit'i bizlerden, Hintlilerden biri olarak kabul ediyoruz".

Büyükelçi daha sonra bu sözünü açarken, Tagore'un 20. yüzyılın hümanist akımının öncülerinden olduğunu vurguluyor ve onu "Bir filozof, bir edebiyatçı ve bir sosyal reformcu" diye tanımladıktan sonra şöyle diyordu: "Ecevit bizlerden biridir derken bunu kastetmiştim: Sıradışı denebilecek düzeyde aktif bir siyasi yaşam, ancak aynı zamanda kendini felsefi ve edebi konulara adayabilecek zamanı yaratan bir lider."

Can DÜNDAR


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır