kapat

14.01.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
'Küfrün âlâsını biliriz'
Kapıkullarına karşı halkın kendi iradesini devlete egemen kılma mücadelesini anlatan 1946 Ruhu tabirini ilk kez ben kullanmıştım. Ne acı ki hâlâ geçerli!

AZİZ Nesin'in gerçekçi mizahından sonra şunları söylemek istiyorum: Yassıada'daki yargılama şekline bir isim, bir benzetme bulmak mümkün değildir. Delil ikamesi bakımından bir rezalettir. Savunmanın, delil göstermesi mümkün olmadığı gibi, iddia makamının öne sürdüğü delilin yanlışlığını, sahteliğini ispat edecek mukabil bir delil göstermeniz hiç mümkün değildi.

TRİBÜNLERE SELAM!
Tanıklık müessesesi bir komedidir. Getirilen tanığa genellikle Başol sorardı: "Hangi partidensin?.. Ne zamandan beri?.." Tanık, "CHP'liyim, anamdan doğduğumdan beri CHP'liyim," der ve dinleyici tribününden bir alkış tufanı kopardı. Bu tam, "gülünür, ağlanacak halimize" durumuydu. Ama verilen cevaptan Başol memnundu, tribünler mutluydu.

Başol zaman zaman sözüm ona espiri yapar veya sıradan bir laf ederdi. Salon alkıştan inlerdi. Egesel, bazen meraklanır ya da Başol'un alkışlanmasından etkilenir, esinlenir, cafcaflı bir laf ederdi. Yine salon alkıştan inlerdi.

Miting meydanında mıyız, yoksa komedi tiyatrosunda mı, bunu da anlamak mümkün değildi.

Oysa özellikle bu davanın ciddiyetsizlikle bağdaşır hiçbir tarafı yoktu. Çünkü ortada, dün de yazdığım gibi, milli bir mesele vardı.

1946 RUHU
Övünmek için söylemiyorum 1946 Ruhu sözünü ilk defa söyleyen benim. İlk kez radyo propaganda konuşmasında söylemiştim. Bu husus TRT kayıtlarıyla ertesi gün yayınlanan gazetelerin manşet ve başlıklarıyla sabittir. 1946 Ruhu sadece DP felsefesi demek değildir. Türk milletinin, devletin idaresine kendi iradesini egemen kılmak için yaptığı tarihi mücadeledir. Bence Kurtuluş Savaşı sadece istilacı düşmanın vatan topraklarından defedilmesi değildir. Aynı zamanda milletin kendi devletinin tebası olması mücadelesidir.

1924 Anayasası rafa kaldırıldıktan sonra böyle olmuş mudur, olmamış mıdır, bu ayrı bir tartışma konusudur. Ama 1946'da başlayan mücadele ve bu mücadelenin ruhu, belirtmeye çalıştığım gerçeklerdir. 1946 ruhunu milli bir anlayış içinde algılamak gerekir.

Misak-ı Milli ilkesine inanmak, Kuvay-i Milliye ruhunu benimsemek vatanın ve milletin bütünlüğü için nasıl bir şartsa, 1946 ruhunu benimsemek de bence öyle bir şarttır.

DP 7 Ocak 1946'da kurulmuştur ve o kuruluşla birlikte 1946 ruhu bütün bir vatan safhasına egemen olmuştur. 1946 DP'nin simgesidir; "alamet-i farikası'dır".

1946 Ruhu bir inançtır.

NEREDEN BULDUN?
Şimdi bu ruhun yol açtığı gerçek olaylardan bir kaçını sunmak istiyorum...

DP mensuplarından hesap soruluyordu. Bu yüzden haksız iktisap davaları açılmıştı. Bu işe, bu davalara halk "nereden buldun" kanunu diyordu. Ben Edirne milletvekili adayı olunca eksik olmasın Cindoruk, "Ben babayı Edirne'ye götürüp teslim edeceğim," demişti. Bana eşlik ediyordu. Birlikte Edirne otobüsüne bindik. Ben Silivri'den sonrasını bilmiyordum. Galiba Cindoruk da bilmiyordu. Yollar çok kötüydü.

DALGA GEÇTİLER
Otobüsümüz bir süre sonra bir yerde durdu. Camdan baktık. Burası Lüleburgaz'dı. Otobüs yolcu indirip bindiriyordu.

Orta yaşlı bir adam elinde bir tepsiyle otobüse girdi. Tepside kavrulmuş ayçekirdekleri vardı. Adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu malını satabilmek için: "Haydi eğlencelik, alan yok mu kaynanam kavurur, ben satarım. Nereden buldun, diye soruyorlarmış. Kaynanam kavurdu, ben sattım. On katlı apartmanı böyle yaptım. Sor bakalım, bana da sor kaynanama da sor. Nereden buldun diye sor. Haydi eğlencelik, kaynanam kavurur, ben satarım, on katlı apartmanı böyle yaparım!"

Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama adamın elbette ki bir tek göz odası bile yoktu. Ama yüreği ve inancı vardı.

Yasağa, jandarmaya, hapishaneye, evet evet bütün bu baskı ve tehditlere rağmen nereden buldun kanunuyla çekirdekçi böyle dalga geçiyordu.

1946 Ruhu, DP'li çekirdekçinin alaylı ama hınç dolu sesiydi.

Yassıada komedisi
Azİz Nesin'in Yassıada mahkemesini tiye alan "Tanıklar Geçidi" başlıklı yazısı şöyleydi:

Yassıada'ya her isteyen gidemiyordu. Orada düşükleri sanık yerinde görmek az şey değil doğrusu... Ama bu elinizdedir. İsterseniz, Yassıada'ya gidebilirsiniz. Bunun için yapacağınız işi zor sanmayın. Yüce Adalet Divanı Baş Savcılığı'na bir dilekçe vermeniz, bir telgraf çekmeniz yeter. Şöyle yazacaksınız:

"Bendeniz 6-7 Eylül olaylarının nasıl cereyan ettiğine ve kimin tarafından tertip edildiğine dair çok mühim delilleri haiz bulunduğumdan, bildiklerimi huzur-u adalette beyan edeceğimi..."

İsterseniz Kars'ın ilçesi Kızılçakçak'ta olunuz. Hemen sizi bir uçağa koyup İstanbul'a getiriyorlar. Hem İstanbul'u görüp çok kişinin gidemediği Yassıada'ya gidiyorsunuz, hem düşüklerin yargılanışı görüyorsunuz. Bütün bunlara karşı kullanacağınız zahmet, 6-7 Eylül 1955'de İstanbul'un nasıl yakılıp yıkıldığını anlatmak.

Başkan Başol her tanığa ısrarla şöyle diyor:

- 6-7 Eylül'deki yıkılmalar şöyle oldu böyle oldu, diye anlatmayın. Biz bunları biliyoruz. 6-7 Eylül mürettep midir? Mürettepse, tertipçileri kimlerdir? Bu hususta bilginiz varsa anlatın.

İyi ama tanık çok önceden iyice hazırlanmış. Söyleyeceklerini ezberlemiş. Belki de butün gece, ayna karşısında hitabet provası yapmış. Mikrofonu bir kere yakalayan tanık, nerdeyse baştan sona hayat hikayesini anlatacak. Tanık başlıyor:

- Bendeniz evimde oturuyordum. Hatta sırtımda pembe zeminli beyaz kollu pijama vardı. Dışarıda gürültü başlayınca, pijamamın üstüne pardesüyü çekip...

Böyle tanıkları Başkan Başol uyandırmaya çalışıyor:

- Bunların hadiseyle alakası yok. 6-7 Eylül olaylarının mürettep olup olmadığı, mürettepse tertipçilerin kimler olduğunu...

Tanık; "Evet, diyor, "bendeniz de onu arzediyorum. Hatta üstümdeki pardesü... Benim iki pardesüm vardı. Biri bej, biri limoni sarı. Bugünkü gibi gözümün önünde, o akşam bej pardesümü giyip acele fırlarken pijama pantolonumu düğmelemeyi unutmuşum ve ..."

İşte böyle uygunsuz bir sürü tanık. Hatta bu tanıklardan birinin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde sabıkalılar defterinde resmi bulunan bir dolandırıcı olduğunu, gazeteci arkadaşlar biliyorlardı.

Bir takım tanıklar da, kendilerini sanık sanıp savunmalarını yapıyorlardı. Bunlar emniyetle mensup tanıklardı. Duruşmada 6-7 Eylül de görevlerini tam yaptıklarını anlatmaya çalışıyorlardı.

Bana öyle geldi ki, memur olan bir-iki tanık da buradaki tanıkların da düşüklere nice çullanır, saldırılırlarsa, belki terfi ettirileceklerini umuyorlardı.

(Aziz Nesin, Son Havadis, 4 Kasım 1960)

KONUŞMA SIRASI MİLLETİN
Edİrne'li dostum Ali Gök anlatmıştı... Ali bey, Lalapaşa'nın Doğanköy'ündedir. O zaman adet olduğu üzere subaylar 27 Mayıs'ı anlatmak için köye gelirler. Kahvehanede bir subay konuşur. Sakin sakin anlatır. Fakat köylülerde hiçbir reaksiyon yoktur. Bunun üzerine sinirlenen subay Yassıada'dakilere ve DP'lilere küfretmeye başlar. Öylesine ağır, ağıza alınmaz küfürler eder ki köylülerden biri ayağa kalkar. Bu Hacıoğlu İsmail'dir.

'SADEDE GEL!'
Hocıoğlu İsmail subaya şöyle der: "Beyim, biz küfürün alasını biliriz. Bizi aydınlatacak adam gibi bir şeyler söyle. Yoksa biz küfürün dik alasını biliriz..."

Hacıoğlu İsmail DP Ocak Başkanı'dır. Onu kelepçeleyip götürürler. Bir dere kenarında iyice dövüp, köye yollarlar. Hacıoğlu İsmail ağzı burnu darmadağın halde köye gelir. 1946 Ruhu Hacıoğlu İsmail'in ta kendisidir. Talat ASAL


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır