kapat

06.01.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
microbanner
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Yüzyıla girmek; yüzyılda kalmak...

"Bayanlar ve baylar, bu gece kutluyoruz. Yüzyılların değişikliği, yeni bir milleniumun şafağı sadece dakikalar ötesinde. Geçmişi kutluyoruz. 20. yüzyılda Amerika'nın olağanüstü başarılarını, mücadelelerini ve zaferlerini onurlandırıyoruz. Daha da olağanüstü bir 21. yüzyıl tasavvur ederek, geleceği kutluyoruz."

Geceyarısına yedi dakika kala, Bill Clinton, Lincoln Memorial adlı anıt kabri andıran sütunların önünden, iki kilometre ötede 200 metreye yakın bir yükseklikle göğe yükselen Washington Monument adlı anıt dikilitaşa kadar geniş yeşil alanı dolduran onbinlerce kişiye hitaben konuşmasına bu sözlerle başladı. Kozmopolit kalabalığın arasında dakika sayanlardan biri olarak, bir yandan saatime bakıyor; bir yandan da Clinton'u dikkatle dinliyordum.

Bu girişin ardından söyledikleri, bence, konuşmasının üzerinde en çok durulması gereken bölümüydü:

"Son yüzyıldaki değişikliklere hayranlık duyarken, gelecek yüz ve gelecek bin yılın ne değişiklikler getireceğinin hayalini kuruyoruz. Ve, anılarımız ne kadar güçlü ise, rüyalarımızın daha da kuvvetli olması gerekir. Çünkü eğer anılarımız rüyalarımıza baskın çıkarsa ihtiyarlarız, ve Amerika'nın ebed” kaderi sonsuza dek genç kalmaktır, her zaman varolanın ötesine geçmektir, her zaman, kurucularımızın andına uygun olarak, mükemmel bir birlik olmaktır. O nedenle, biz Amerikalılar değişimden korkmamalıyız. Tersine, onu hoş karşılamalı, kucaklamalı, ve yaratmalıyız."

Konuşmanın gerisine kulak kesilmedim. Düşüncelere daldım. Zaten altı dakika sonra bitti ve son dakikayı saymaya başladık. O son dakika da, geçmişinin idrakinde, geleceğinde iddialı ve iyimser bir toplumun, bu özelliklerine uygun bir ışık coşkusu içinde, Washington Monument'ta pyroteknik oyunları ve hava” fişekler eşliğinde taçlandı ve yeni yüzyıl ve yeni binyıl kucaklandı.

Türkiye'de böyle şeyler olmadı. Zira yönetici sınıfımız vizyonsuz ve korkuların ve saplantıların spazmında önünü görmekten aciz; toplumumuz ise kafası karışık ve şaşkın...

Yüzyıl eşiğinde niye tökezledik? Gelin, kendimizle yüzleşelim. 20. yüzyılda insanlığa pek bir şey katmadık. Bu yüzden, yeni bir yüzyıla ve binyıla girdiğimizin, basmakalıp cümleler dışında pek farkında da sayılmayız...

Clinton'un 31 Aralık 1999 günü, "millenium" sebebiyle yaptığı dört konuşmadan en az önemli olanında, bir yerde Atatürk kelimesi geçtiği için, neredeyse bayram yapacak kadar "aşağılık kompleksi"ne duçârız...

Atatürk, 20. yüzyılda kaldı. Onu, 21. yüzyıla taşıyamayız. Taşımaya kalkarsak, "anılarımızın rüyalarımıza baskın çıktığı" bir "ihtiyarlık" haline girmişiz demektir ve özellikle bilim ve teknolojide başdöndürücü gelişmelerin yaşanacağı besbelli olan 21. yüzyılla hiç başa çıkamayız.

21. yüzyıla, zaten doğru dürüst giremedik; bu halde yüzyıldan da çıkamayabiliriz. Bizi bu kez Atatürk de kurtaramayabilir. Zaten bu kafa yapısı bile, Türkiye'de bazılarının halâ geçen yüzyılda kaldığını gösteriyor...

31 Aralık 1999 gecesinin Türkiye'deki sönüklüğüne dair "as”l gerekçeler" hazır. Biri, deprem. Bahane. Tek bir yönetici, herhangi bir siyas” lider yeniyıla deprem merkezlerinden birinde girse, deprem konusundaki toplumsal duyarlılığa gösterge teşkil ederdi. Böyle bir durum oldu mu?

Diğer bahane, yüzyıl ve millenium hesabının Gregoryen takvimi ile ilgisi. Biz Müslümanız ya, bizi ilgindirmemesi gerekiyormuş. Saçma. Evet, Hicr” 1420 yılındayız, tamam; ama buna göre hayatını tanzim eden kim var İslam dünyasında? Budistlere göre 2543 yılına girdik ama tüm Asya, "millenium"u kutladı. Hindulara göre 1921 yılına girdik ama Hindistan'dan Bali'ye Hindular dahi "yeni yüzyıl ve binyıl"ı kucaklamaktan geri kalmadılar. Yahudi takvimine göre 5760 yılına girilmiş oldu, ama dünyanın her yanındaki Yahudiler -softa hahamlar dışında- kendilerini Gregoryen takvime göre zaten ayarlamışlardı.

Peki, öyle olmuş veya böyle olmuş; bir yılbaşı gecesinin nasıl algılandığının üzerinde bu kadar durmaya gerçekten gerek var mı?

Evet, var. Tarihin en büyük dönemeç noktalarından birini ıskalayan bir siyasi yapı ve toplumun, 21. yüzyılla başedebileceğinden endişeliyiz. Basit bir kutlama-kutlamama meselesi değil.

Devam edeceğiz...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır