kapat

27.11.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sabah İnternet
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
NEBİL ÖZGENTÜRK(nebilo@sabah.com.tr )


Nora'dan Eleni'ye

Bir film, yarım asır önce tozlu raflara kaldırılmış bir gerçeği hatırlattı bize. Şimdi bir başka hatırlatmanın ve şapkamızı önümüze koymanın zamanı...

Salkım Hanım'ın Taneleri" filmine emek veren tüm hanım ve beyleri selamlayarak başlayalım yazıya... Yazarından yönetmenine, oyuncusundan set görevlisine hepsinin eline ve diline sağlık..

Ellerine sağlık ki cesur ve zorlu bir filme imza attıkları için..

Ama özellikle bir "hatırlatma"ya vesile oldukları için..

Tozlu raflarda sessiz sedasız duran bir "ibret belgesi"ni görsel bir heyecanla kalabalıklara taşıdıkları için..

Ve yepyeni bir tartışma ya da sorgulama yolu açtıkları için..

Eğer bu film olmasaydı bir "ibret belgesi" sadece ansiklopedilerde (dingin bir biçimde) şu satırlarla yer alacaktı;

"Türkiye'de, 1942-1944 yılları arasında başta gayrimüslim ticaret burjuvazisi olmak üzere çiftçi, esnaf ve ücretliler için tarhedilerek bir kez olmak üzere toplanan olağanüstü servet vergisi."

Oysa herkes biliyordu ki, dönemin savaş koşulları ve politikaları gereği İstanbul'daki azınlıkları "elden ayaktan düşürmek" ve yok etmek amacıyla "ölümüne" konan, insanın "varlığı"yla oynayan bir vergiydi Varlık Vergisi...

Ödeyemeyenler (Simon, Levon, Yorgi vs) Aşkale'ye çalışma kampına gönderildi.. Ölen öldü kalan sağlar birkaç yıl sonra geri döndü!

Ve "Devlet-i aliye'nin bu "tarihi gafı" unutturuldu gitti bugüne kadar..

Ama unutturmanın bir çözüm olmadığı da ortaya çıktı; yarım asır sonra da olsa gencecik insanlar ünlü oyuncuların da rol aldığı bir filmle "devlet büyükleri"nin ne gibi hatalara imza attığını iki saatte öğreniverdi, hem de çarpıcı bir biçimde, yüreklere işleyerek..

***

Hani derler ya, bir devlet; hatasıyla, sevabıyla, günahıyla, güzeliğiyle zirveye yükselir. ama bizim ülkede, Varlık Vergisi ve benzeri pekçok meselede olduğu gibi "hatalar ve günahlar" fazla açığa çıkmaz..

"İstanbul'un son sürgünleri"nde olduğu gibi..

Kimler mi, İstanbul'un son sürgünleri?

Evet, madem "Salkım Hanım'ın Taneleri" vesile oldu bir başka tarihi olayı(günahıyla, sevabıyla) daha hatırlatalım..

"İstanbul'un son sürgünleri" aslında bir araştırmanın, Hülya Demir ve Rıdvan Akar'ın titiz bir çalışmayla "bir döneme" pencere açan aynı adlı kitabının adı.. 1964 yılında Kıbrıs olayları vesilesiyle Türkiye'den sınırdışı edilmek zorunda bırakılan (ve tüm mallarına el konulan) yaklaşık 40 bin Rum'un öyküsü.. İki ülke arasındaki politikalara kurban giden, yıllardır yaşadıkları toprakları terketmek durumunda kalanların hikayesi..

Şimdi, gelin isterseniz "1964 sürgünleri"ne ilişkin (fazlaca nedenine inmeden) birkaç anektod anlatalım ve sonuçta neler oldu ona bakalım..

Hülya Demir ve Rıdvan Akar'ın yıllar boyu uğraşarak ortaya serdikleri araştırmadan bölümler aktaralım... Nora ve Leon'un öyküsünden, Yorgi ve Eleni'nin hikayesine geçelim..

***

16 Mart 1964..

Kıbrıs'ta patlak veren ve Ada'da yaşayan Türkler'in de sıkıntılara boğulduğu günlerde; Türkiye'deki Rumlar'ın da kaderi bir anda değişecektir.. Önce, Yunan pasaportlu Rumlar ardından da Türk pasaportlu Rumlar için sınırdışı edilme kararı alınmıştır o gün..

Gerekçeler farklıdır..

Örneğin, 375 Yunan uyruklu Rum'a yalnızca Türklerin çalışabileceği alanlarda faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle işlerini 15 gün içinde tasfiye etmeleri uyarısı yapılır.. (Bu işler, simsarlık, fotoğrafçılık, seyyahlara tercümanlık, inşaat ve sanayi işçiliği gibi)

Peşpeşe alınan kararlar Türkiye'deki Yunan uyruklular arasında paniğe yol açar.. Bazı Yunan tebalılar Türklerle evlenmek suretiyle burada kalmanın yollarını arar. Ama bu da çözüm olmaz.. Hatta, aşklar bile yarım kalır..

Nasıl mı?

Yunan tebalı altı dansöze Türkiye'yi terketmeleri için 48 saat süre tanınmıştır.. Ancak bu dansözlerden Fatula'ya aşık olan ve tek çarenin onunla evlenmek olduğunu tahmin eden ABD'li bir çavuş, cebinde evlenme kağıtları olduğu halde neşeli geldiği otelde evlenmenin de Fatula'yı kurtaramayacağını anlayınca şaşkına döner!

***

Yunan uyruklu Rumlar'ın sınırdışı edilmeleri Türk uyruklu Rumlar arasında da kaygıya yol açar ve birkaç ay sonra sıra onlara da gelir.

Zaten pekçoğu psikolojik bir baskı sonucu aynı günlerde terketmiştir İstanbul'u..

"Türkiye'nin güvenliğini bozduğu" gerekçesiyle, genç-yaşlı ayırtedilmeden ve bir tek çantaya izin verilerek sınırdışı ediliyordu Rumlar..

UPI ajansı bir fotoğrafaltı haberde şunları geçiyordu dünyaya..

Bir kadın, elinde ayyıldızlı Türk pasaportu.. Sınırdışı edilmişti.. "Bütün hayatım İstanbul'da geçti, hiç politikayla uğraşmadım. Bu pasaportu bir daha kullanamamanın üzüntüsü içindeyim!" diyordu..

Rumlar Türkiye'den sınırdışı edilirken kullanılan bir yöntem de sınır kapısına kadar Türk polislerinin nezaretinde gelen sürgünlerin sınırı oluşturan köprüde Yunan askerlerine teslimi şeklindeydi..

Yunanistan'da "ikamet"e zorlanan Rumları, orada da acı günler bekliyordu aslında.. Uzun süre çalışma kamplarında barınmak zorunda kaldılar, iş ve eğitim sorunları beraberinde geldi.. Yıllar sonra toparlanabildiler; buruk ve tatsız hatıraları muhafaza ederek..

***

Ancak bir hatıra vardı ki....

Neoklis Sarris, şimdi Atina'da öğretim üyesi.. O da anne ve babasıyla birlikte İstanbul'u terketmek zorunda kalanlardan... İşte kendi ifadesinden..

"O sıralarda ben Yunanistan'da üniversitede okuyordum. Babamlar eşyaları toparlayıp sınıra gelmişler. Gümrükte babama "Siz gidin. Ama bu eşyalar kalacak" denmiş. Eşyalara el konmuş, onlar yalnızca eşya değildi ki. Bir ailenin onlarca yıllık geçmişi, serveti ve anılarıydı aynı zamanda. Bunun üzerine bizimkiler de gerisin geri İstanbul'a dönmüşler. Ben durumdan haberdar olduğumda hemen İstanbul'a geldim. Eve girdiğimde dehşet havası vardı. mum ışığında, annem ve babam bomboş bir vede, komşuların verdikleri bir yer yatağında sefil durumdaydılar. Bunu görünce hemen Ankara'ya gittim. CHP iktidardaydı. Ve eski dava arkadaşlarıma başımıza gelenleri anlattım. O arkadaşlarımın pek çoğu evimize gelmiş, yemek yemiş insanlar. Hatta Nurettin Sözen, zaman zaman gelir annemi muayene ederdi. İlgilendiler, sonunda eşyaları geri almamız için bir kağıt verdiler.

O kağıt ve annemle birlikte İstanbul deftedarının odasına çıktık. Annem kağıdı defterdara uzatırken ağlamaya başladı. Defterdar da ağlıyordu. "Madam sizi anacağız. Siz İstanbul'un tuzu biberiydiniz, sizleri bir gün gelecek çok arayacağız" dedi.

***

Evet, Defterdar Bey'in deyimiyle onları çok arayacağız..

"Çok sesli, pek çok kültürün birlikte yoğrulduğu Anadolu toprağı bir rengini yitirdi. Geride 3 bin 500 Rum kaldı" diyor Rıdvan ve Hülya.

Şimdilerde zaten dostluk zamanı değil mi, kalan renkleri yitirmemek dileğiyle...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır