* Hayır. Sınıfımdan memnundum. Benimle ilgili gazetelerde yazılan yazılar üç klasör oldu. Hepsinin ortak noktası, benim "köylülüğüm." Türkiye'de bizim gibilere karşı bir şuuraltı olduğunu gördüm. Bir hanım gazeteci, evimde plastik tabak çanak kullandığımı öngördü. İlk o zaman bunun bir sınıfsal mücadele olduğunu gördüm. İddiasız, bir üniversite mezunu çalışan insanın giyindiği tarzda giyinirim. Modacılar oturup benim giyim tarzımla alay ettiler. Hiç etkilenmedim ama o kişi ben değilim demek gibi bir gayretim hiç olmadı.
- Tebanın kızısınız, Tansu Hanım neyin kızı?
* Tansu Hanım da Cumhuriyet bürokrasisinin kızıydı. Yani o da elitin kızı değil. Ben Cumhuriyet tarihi hocasıyım. Cumhuriyet bürokrasisi, aristokrasi yerine konmuştur Türkiye'de. Emretmeyi, talep etmeyi bilen bir yapıdır. Benim geldiğim sosyal sınıf itaat etmeyi, sadık olmayı, kanaat etmeyi, vefa duymayı öğrenir. Ama talep etmeyi öğrenmez. Ben 80'den sonra Türkiye'deki değişimin etkilediği insanlardan birisiyim.
-Çünkü talep ettiniz.
* Evet. Lise öğretmenliğinde üniversite hocalığını, sonra profesör olmayı talep ettim. Kocaeli'nde, birbuçuk yaşında çocuğunuz var ve mastır yapmaya gidiyorsunuz. Sabahın altısında yola çıkıyorsunuz İstanbul'a. Haftada 22 saat dersiniz var. Hocalarınız, "Ne işin var kızım. Git evinde otur" diyor. Gece 9'da inersiniz otobüsten. Böyle bir hayatın içinden geliyorum ben.
- Bu, "itaat ederken, bilgiyi de talep eden" insana bir bakıyoruz, ansızın "emreden, bakanlık koltuğu olan, hükmeden, ateş saçan" birine dönüşmüş. "Esas kadının" en sadık yardımcısı olmuş. Böylece, hükmedişinin gücünü daha başta ikiye katlamış.
* Benim gibilerin, bürokraside, medya sektöründe, sermayede, her alanda en yüksek noktaları talep etmeleri gerektiğine inanan bir insanım. Hocalığım döneminde de bunu yaptım. Ben iyi literatür takip eden, temsil ettiğim sınıfın şifrelerini bilen bir insanım. Benim gibiler Türkiye'de belki yüzde 95 ağırlıktadır. Aynı sosyal kökenden gelenler sonra yönetici sınıfını oluşturmuşlar.
- Bu, "Şifreleri iyi okuyor olmanız", niye bu kadar yanlış ata oynadığınız, yahut da yanlışlığı neden bu kadar geç kavradınızı açıklayabiliyor mu?
"Milletten tokat yedik"
* Tansu Hanım, 99 seçimlerine kadar getirdiği söylem itibariyle bizim gibileri tercih etti. Ben de çok inanarak yürüdüm onunla. Türkiye'deki elitist oligarşiye karşı Tansu Hanım çok ciddi bir mücadele verdi. DYP'nin kendi misyonuna baktığınız zaman da bizim gibilerin nefes aldığı, kendini ifade ettiği bir yerdi. Türkiye değişiyor. İletişimin ve bilginin hayatımıza girişi insanların taleplerini değiştirdi. Değişim ve krizi beraber yaşayan bir ülkede hem bireysel hem de toplumsal olarak perspektif çarpılması, algılama zorluğu olur. 1999 seçimlerine kadar Tansu Hanım'ın çizgisine inandım. İkinci demokrasi programında genel çerçeve içinde hata bulamazsınız; daha fazla bireysel hak, hukukun üstünlüğü, ekonomide devletin gücünün azaltılması, ahbap çavuş demokrasisinin ortadan kaldırılması gibi çok önemli taleplerin ortaya konduğu bir programla halkın karşısına çıktık. Fakat halk bize yüzde 12 oy verdi.
- Milletin görüp de sizin kör kaldığınız neydi?
* 18 Nisan'dan önce alınan önseçim kararlarına ilişkin yanlış uygulamalar oldu. Genel Başkan'la konuşmaya gayret ettik. Ama dinletme imkanımız olmadı. Pek çok milletvekili arkadaşımız liste dışı kaldı.
- Bunların size sürpriz olması da bana sürpriz oldu. Kiminle dans ettiğinizi o zamana kadar öğrenememiş miydiniz?
* Benim için samimiyetle sürpriz olmuştu. Ben 95 seçimlerinde milletvekili seçildim. 96'da Bakan oldum. Bakanlık dönemim büyük bir çalkantı içinde, (Susurluk, 28 Şubat vs) geçti. Refahyol devrildikten sonra hem Genel Başkanı, hem partinin hükmi şahsiyetini saldırılardan koruyabilmek için büyük mücadele verdik. Tansu Hanım'ı benim gibi sevenler de, Tansu Hanım'a kol boyu mesafede yer alan insanlar da bu mücadelenin içinde samimiyetle yer aldılar.
- Tansu Hanım'ın yetki aşımına zamanında ses çıkaramadınız.
* Evet, Tansu Hanım'ın bütün yetkileri üzerine almasına, bir Başkanlık Divanı üyesi olarak yeterince sesimi çıkarmadığımı düşünüyorum. Bu konuda kendimi eleştiriyorum. Bu öyle ilginç bir durum ki. Bütünün parçası oluyorsunuz. Sadece Genel Başkan'ın tavrı değil. Orada bütünün sürüklediği noktaya doğru yürüyorsunuz.
- Siz bana sürü psikolojisini anlatıyorsunuz.
- Evet. O psikolojiden sıyrılmak çok zor. Kuralların doğru konulmasına ilişkin bir gayret gösterdik bazı arkadaşlarla. Hep genç ekipti. Dedik ki, belki tecrübeliler var, onlar daha iyi biliyordur belki de Tansu Hanım haklıdır. 18 Nisan seçimlerinde gördük ki biz haklıymışız. Teşkilatlar bünyesinde sıkıntılar yaşadık, arkasından milletten bir tokat yedik. Millet bize güvenmedi.
- Yani sizin gözünüzü seçim sonuçları mı açtı?
- Gözümün açılıp açılmaması meselesi değil bu. Partide bugüne kadar gördüğüm ama giderilmesinde etkili olamadığım en önemli problemin eleştiri platformunun kapalı olması olduğunu düşünüyorum. Şu anda acaba eleştiri platformunu sağlıklı bir noktaya oturtabilecek yolun başlangıcını sağlayabilir miyim konumundayım. Bundan sonra yapmak istediğim şey, söylediklerimin davranışlarımı belirlemesini sağlamak. Sadece Tansu Hanım'la ilişkime bağlamıyorum. Türkiye'nin değişim krizi yaşamış olmasına da bağlıyorum. Hepimizde perspektif çarpılmaları oldu. Bende de oldu.
YARIN: Tetikçi rolü
Dostlukların son günü
Meral Akşener'e ilişkin bir "Dostlukların son günü" hikayesi yazmak isterdim.
Bunun için, eski yol arkadaşı Tansu'nun banyo sepetinden birkaç parça kirli çamaşır, birkaç damla gözyaşı vermesi gerekirdi. Fakat bunları vermedi. Meral Hanım, beni şaşırtan bir şekilde sakindi. Muhalif duruşunda, Tansu Hanım'ı savunurken izlediği tutkulu hal yoktu. Oysa biz bu memlekette, bitişlerin de aynı kirli tutkuyla yapıldığına aşinayızdır. Bunun, Meral Hanım'ın "asaletiyle" değil, "politik çıkarlarıyla" açıklayanlar olabilir. Bense, bir dönem "Tetikçi rolü oynamaktan" dolayı pişmanlığında onu samimi buldum. Bunun dış şartlarını çok güzel analiz etti. Keşke iç şartlarını da anlatabilseydi. Söyleşiden sonra, "Oyun başladı ama perde daha açılmadı" diye düşündüm.