kapat

11.05.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
I H Y
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Kaybolup giden...

Bir ülkenin dünyadan kopmaya başlamasının en şaşmaz göstergelerinden, biri dünya gündeminin birinci sırasını işgal eden konuların, o ülkede herhangi bir "dış haber" muamelesi görmesidir. Şu sırada Kosova ve Yugoslavya üzerindeki savaş böyle. Amerikan ve Avrupa basını ile Türk basınını bir karşılaştırın bakalım, ne göreceksiniz?..

Bir sayımda insanların iki göbek öncesinden kökeni sorulsa, mutlaka, Türkiye'deki "Kosova kökenli" insan sayısı, Kosova nüfusundan fazla çıkar. Ve Kosova'da yüzyılın son ve büyük trajedisi yaşanırken, hale bakın! Rusya ve Yunanistan'da Sırbistan için yapılan gösterilen onda biri Türkiye'de Kosova için yapılmadı. Türkiye'de kamuoyunun Kosova'ya ilişkin bu boşvermişliğinin bir izahı olmalıdır.

Bu durum, Türkiye'nin alışılmış "devlet eksenli" politika yapısının bir sonucu olsa gerek. Devletin toplum üzerine olanca ağırlığı ve gücüyle kendini empoze ettiği bir ülkede, kamuoyu duyarlılığı da manipüle edilebiliyor. Bu kamuoyu, son iki yılında kendini manipülasyona emanet etti. Buna alıştı.

Kamuoyunu oluşturma araçlarına ya devlet hükmettiği veya bu araçları elinde bulunduranların devletten gelecek bir bilgi dışında bilgi arama alışkanlığı olmadığı için, kamuoyunu aldatmak da zor değildir. Örneğin, Türkiye'nin Kosova konusunda çok duyarlı olduğu ve Kosova'dan sürülen insanlara kucağını açanların başında geldiği kocaman bir aldatmacadır.

Kosova'dan sürülenlerin Arnavutluk, Makedonya ve Karadağ'da bulunanların miktarı, Türkiye'ye kabul edilmesi tasarlanan rakamın kimi yerde on, kimi yerde yirmi mislidir. Bölgeye çok uzak olan Amerika dahi, Türkiye'nin almayı taahhüt ettiği sayı yani 20 bin kişiyi kabul edeceğini bildirmiş ve Kosovalıları taşımaya başlamıştır. Amerika'da Kosovalılara sağlanan imkânlar ile Türkiye'nin bu konudaki tavrı ilki lehine utandırıcı ölçüde farklıdır.

Asıl önemlisi ve muhtemelen Türkiye'de kamuoyunun bilgilendirilmediği husus, Kosova'dan kabul edileceklerin bir "pazarlık" konusu yapılmış olması, 20 binin üzerinde bir sayıyı kabul etmeyeceğini Amerika'ya bildirmiş bulunması ve işin en ayıp yönü ise, sürülen Kosovalıların maliyetinin Amerika tarafından karşılanması kaydıyla Türkiye'ye kabul edilerek geçici olarak yerleştirilmelerinin kararlaştırılmasıdır.

Elbette bu konuları konuşacak, tartışacak, üzerine eğilecek mecal yok. Zira, Türkiye, tıpkı Osmanlı gerilemesine gösterilen "meleklerin cinsiyeti"ni tartışma örneğinde olduğu gibi, Merve'nin başörtüsüne takılmış kalmıştır. Merve'nin başörtüsü, koca toplumu asab” bir gerilimle adeta uzlaşmaz bir kutuplaşmaya sevketmiştir. Gerçekliği değilse de, gerekliliği pek kuşkulu, iç boğuşma, Türkiye'nin Balkanlar'da, Kosovalı mazlum kardeşleri için oynayabileceği rolü de çalıp götürmektedir. Türkiye'nin enerjisi saptırılmış ve tüketilmektedir.

Kaybolup giden sadece hoşgörü, farklılıkları birlikte yaşatma kültürü, sağduyu ve "kollektif akıl" gibi bir toplumu bir arada tutması zorunlu özellikler olsa neyse...Bu arada "hukuk" kalmıyor. Dahası hukuka ihtiyaç duygusu da yok olup gidiyor.

Fazilet Partisi'nin kapatılması iddianamesini kim hazırladıysa, cidd” bir hukuk devletinde bunu hazırlayanın hukukçu sıfatını elinden alırlar. Oysa, Türkiye'nin içine sokulduğu kutuplaşmada, Fazilet'e karşı diş bileyenler, "amaç"la ilgilidirler ve "amaç"a giden yolun hukukla ilgisine fazla kafa yormuyorlar.

Kaba bir Makyavelizm, Türk "siyas” eliti"nin ruhunu bir "habis ur" gibi sarıyor. Bu "habis ur"un, beyindeki "metastas"ı "siyas” akıl" kaybına da yol açıyor. Bu gelişmelerin, toplumda ne tür travmalar yaratabileceği, bunun sonuçları üzerinde durulmuyor. Dahası, bu sürecin, dış dünyada Türkiye'deki rejimin "meşruiyeti"nin sorgulanmasını beraberinde getireceğini de kimse aklına getirmiyor.

Dünya Türkiye'nin umurunda gözükmüyor. "Yok öyle; burası Türkiye" bir lumpen reklâm sloganı olmanın ötesinde, siyas” elitin davranış kalıbı haline gelerek kutsanmaktadır.

"Yok öyle; burası dünya" sözü bazı kafalara vurulana kadar, yolu var...

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır