kapat

SALI 13 NİSAN 1999

GÜLAY GÖKTÜRK (e-posta:ggokturk@sabah.com.tr )

Ters yolda olan kim?

Son günlerde siyaset erbabının en çok şikayetçi olduğu konu, bitmek üzere olan bu seçim kampanyasında halkta fazla bir heyecan ya da coşkuya rastlanmayışı... Politikacıların neredeyse, "kendi çalıp kendi oynayan" duruma düşmüş olması... Politikacılar seçmen kitlelerindeki bu ilgisizliği genellikle vatandaşın "bilinçsizliği"ne bağlıyorlar.

Kusura bakmasınlar ama, bu tespit bana çok bilinen bir fıkrayı hatırlatıyor. Hani, şu otobanda ters yola girip de, herkesin ters yolda olduğunu sanan şaşkın şoför fıkrasını...

Toplumun seçimlere gösterdiği aldırmazlığı büyük bir yanılgı olarak gören politikacılar, bir an için, belki de kendilerinin ters yolda olduğunu düşünseler iyi olmaz mı?

Tamam, oy vermek gerekir ve vereceğiz.

Ama bunun ötesinde bir coşku, bir takım tutma heyecanı beklemek fazla olmuyor mu?

Bir düşünseler, belki de gerçekten heyecanlanmaya değer bir şey yoktur ortada.

Belki de asıl bilinçsiz olanlar, hayatın politika üstünde döndüğünü sanan bir avuç politik toplum mensubudur.

Halk, onların bir türlü sahip olamadıkları bir bilinci, kendi hayat tecrübesiyle edinmiştir ve sessiz sedasız hayata geçirmektedir belki de...

Örneğin, halk, bunca seçimden ve yönetim değişikliğinden sonra, yönetenlerin aslında hayat karşısında ne kadar etkisiz kaldığını görmüştür. Politikacının "başardığı" her şeyin "zaten doğacak olan güneşe, `doğ' deme başarısı"nın ötesine geçemediğini görmüştür, olamaz mı?

Bana kalırsa, bu seçim döneminde, seçmen kitlelerinde görülen ilgisizliğin ardında, bir kısmı genel, bir kısmı da Türkiye'ye özgü olan birçok sebep yatıyor ve bunların hepsi de haklı sebepler...

Birincisi ve belki de en önemlisi, geniş yığınlar, politikanın "dönüştürücü gücü"ne olan inancını yitirmiş görünüyor. İsterseniz buna "ideolojilerin sonu"nun, kitleler tarafından kendi pratikleri içinde görülmesi de diyebilirsiniz. Merkez sağ ve merkez solda yer alan bütün büyük partilerin programlarındaki ve siyaset yapış tarzındaki benzeşme, kitleleri "hangisi gelse aynı hesap" noktasına ve ilgisizliğe götürüyor ki, buna hak vermemek mümkün değil.

İlgisizliğin ikinci sebebi, Türkiye'nin özel koşullarından kaynaklanıyor olabilir: Belki de geniş kitleler, politikacıların bir türlü itiraf edemedikleri bir gerçeği onlardan çok daha net bir biçimde görüyorlar: Seçilmek için çırpınan siyasetçilerin aslında siyaset yapma imkânının pek de olmadığı, Türkiye'de bütün temel siyasetlerin siyasetin dışındaki alanlarda belirlendiği; siyasetçiye düşen rolün, bu sınırlı alan içinde küçük manevralardan ibaret olduğu gerçeğinin farkındalar ve bu yüzden de politik değişikliklere bel bağlamıyorlar.

Halkın kendi tecrübelerinden çıkardığı ders bununla da kalmıyor. Seçmen kitleleri, bu ülkede demokrasi denilen oyunun kurallarının da birilerinin iki dudağı arasında olduğunu ve o birilerinin seçim sonuçları hoşlarına gitmediği anda sandığa bir tekme vurup bildiklerini okuyabileceklerini de yakın geçmişin deneyleriyle biliyor. Ehhh, bu tür mızıkçılıklar da seçimleri ciddiye almayı zorlaştırıyor doğrusu.

Ama bütün bu "özel" sebeplerin ötesinde, ilgisizliğin en temelinde politik toplumun dünya çapında yaşadığı kriz yatıyor.

En büyük aşkları nefret değil ilgisizlik öldürür.

Politik toplumu "öldürecek" olan -hadi şiddet içeren sözcüklerle değil de, barışçı sözcüklerle ifade edelim- güçsüzleştirip eritecek olan şey de; halkın politik topluma sırtını dönmesidir.

O küçücük dünyada olup bitenlere burun kıvırması, küçümsemesi ve ne haliniz varsa görün, demesidir.

Belki de bu ilgisizlik, çağımız sivil toplumunun "politik toplum"a karşı gerçekleştirdiği en büyük devrimdir, kimbilir.


© COPYRIGHT 1999 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr