CUMARTESİ 27 MART 1999
"Şerif Turgut Priştine'den bildiriyor."
Türkiye'de yaşayan insanların adını bildiği, ama yüzünü pek fazla görmediği genç bir kadın Şerif Turgut..
Yüzünü tanımaları da o kadar kolay değil..
Çünkü Şerif Turgut'un ömrünün son beş yılı hep "karartma geceleri"nde geçiyor.
Mum ışığında yaşıyor.
Mum ışığında yazıyor.
İki yıl önce gazeteniz Sabah'ta birinci sayfanın tümü Şerif Turgut'a ayrılmıştı. Başlık da şöyleydi:
"Kahraman Şerif."
Şerif Turgut gazeteciydi.
Kahramanlık yapmak ya da kahraman olmak aklının ucundan geçmiyordu.
Ama, Saraybosna trajedisinin orta yerinde ve keskin nişancıların hedef tahtasında gazetecilik yapmak da onun seçimiydi.
Bu seçim, onun yaşadıklarını ancak cesaret ve kahramanlık, gibi sıfatlarla açıklayabiliyorsa, yapabilecek bir şey yoktu..
Yine de, sıradan "hayat hikayeleri"ni yaşamadığının farkında olsa da, onu başkalarının nasıl gördüğüyle fazla ilgili değildi.
O kendi yaşadığı hayata kendi penceresinden bakıyordu.
Ve... Aylar geçti...
Saraybosna'da şehir cereyanı geri geldi. Mumlar söndü... Hayat, olanca hızıyla geri döndü..
Sanırdınız ki; artık Şerif Turgut'un da geri dönme vakti gelmiştir.
Geçen yıl bu vakitler Saraybosna'daydık.
"Altıngül Festivali"nde, Şerif Turgut'la birlikte atv Haber Merkezi'ne verilen "Barış Ödülü"nü alacaktık.
Tören çok görkemliydi.
Altıngül Ödülü'nü salonu dolduran binlerce Bosnalı'nın alkışları arasında birlikte havaya kaldırdık.
Törenin coşkusu içinde Şerif Turgut'a eğilip sordum:
"Ehh artık dönme vakti geldi.. Ne zaman geliyorsun?"
Hiç oralı görünmedi.
"Biraz daha işim var" dedi..
Kendisi gibi genç bir Amerikalı kadın gazeteciyle, savaş suçlularının peşindeydi.
Yaptıkları iş çok tehlikeliydi.
İzlerini kaybettirip, savaştan sonra sivil halkın arasına karışan "Sırp kasapları"nı ortaya çıkartmaya çalışıyorlardı.
"Ama, o iş bitince de dönmeyeceğim" dedi..
Devam etti:
"Priştine'ye gitmeliyiz Ali Kırca... Bir yıla kalmaz Kosova'da savaş çıkacak. Durum Saraybosna'dan daha da vahim hale gelecek Kosova'da..."
O günlerde, Kosova'da durumun çok da iç açıcı olmadığı kimsenin meçhulu değildi.
Ancak, bölgeyi dışardan izleyen strateji uzmanları bile, gerginliğin bir savaşa, hele bir Avrupa savaşına kadar uzanabileceğine ihtimal vermiyordu.
Ve Şerif Turgut dediğini yaptı. Priştine'ye gitti.
Son bir yıldır, Türk medyasında pek de kimsenin umursamadığı Kosova krizini, biz atv haberde Şerif Turgut'un haberleriyle adım adım izledik.
Ve önceki akşam Şerif Turgut yine ekrandaydı...
Tıpkı üç yıl önce olduğu gibi, hemen hemen aynı sözlerle anlatıyordu durumu:
"Şu anda Priştine'de karartma var. Dışarda ölüm sessizliği var. Hava çok soğuk. Ve ben size bu haberi, mum ışığında geçiyorum..."
Şerif Turgut'un beş yıllık yolculuğunu bu satırlarda izleyenler, bu genç kadın gazetecinin "savaşa tapınan" bir macera tutkunu olduğunu düşünebilirler.
Oysa, savaşları çıkartmak elinde olmadığı gibi, savaşları sürdürmek konusunda da hiçbir dahli olamaz bir savaş muhabirinin.
Ancak, bir şeyi yapabilir o:
Savaşı dünyaya anlatabilir ve savaşın sona erdirmesi yolunda toplumsal bilincin uyanmasına katkıda bulunabilir.
Şerif Turgut da, kendisiyle birlikte karartma gecelerini paylaşan kader arkadaşları gibi, savaşın değil arkadan gelecek barışın peşindedir aslında...