kapat

PAZAR 21 MART 1999

CENGİZ ÇANDAR (e-posta:ccandar@sabah.com.tr )

28 Şubat ekseninin sonu...

Son bir ayın içinde iki gelişme var ki, Türkiye'de "28 Şubat eksenli" bir siyaset atmosferini ortadan kaldırmıştı. Buna, son birkaç gün içinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun açıklaması ve bu açıklamaya siyasi partilerin aldığı tutumlar, "üçüncü gelişme" olarak eklendi. Ve, artık Türkiye, "28 Şubat süreci"nden çıkmasa da, "28 Şubat ekseninde siyaset" zemininin dışına çıktı.

Bu, başlıbaşına, Türkiye'nin önündeki yılları, en azından "kısa vâde"yi belirleyecek önemde bir gelişme. Daha önce de vurguladığımız gibi, siyasi partileri ve şahsiyetleri, bundan böyle, "demokrasi yanlıları ve karşıt konumdakiler" ölçülerine göre teraziye vurmak imkânsız; zira birinciler, "ara sınavları" atlatıp, finallerde "demokrasi doğrultusunda politika yapma" sınavında çaktılar.

İlk önemli gelişme, kuşkusuz, Abdullah Öcalan'ın yakalanarak Türkiye'ye getirilmesiydi. Bu gelişme, Abdullah Öcalan'ın yargılanma süreci odağında, Türkiye'nin dış ilişkilerini de biçimleyecek bir özellik kazandı. Özellikle, Türkiye'nin "stratejik tercihi" sayılan Avrupa ile ilişkilerinin, "Öcalan mahkemesi altarı"nda "kurban edileceği"ni sezebiliyoruz. Bu konuda, bir dizi sinyal de zaten ardarda verildi. Türkiye, -engebeli de olsa- "Avrupa güzergâhında ilerleyen" bir ülkeden ziyade, Amerika'nın "stratejik önceliklerine göre kollanan" ve Ortadoğu-Kafkasya eksenine dönük bir ülke olmaya doğru yol alacak. Görünen bu.

Böyle bir "strateji kayması", Türkiye'nin "iç düzeni"nde belirleyici bir etkiye sahip olacak. Bu "strateji kayması"nın zorlayacağı "iç düzen"; demokrasinin bir "façade" (vitrin, ön cephe) olarak korunacağı bir "asker” vesayet" rejimine yol veriyor. Seçimlerin yapılması, bu amaca hizmet edeceği ölçüde fayda da sağlayacaktır. Nitekim, Kıvrıkoğlu, daha önceki eğilimlerinin aksine artık seçimlerin yapılmasını istediklerini vurgularken, bu "olgu"yu ifade etmiştir.

Tansu Çiller'in DYP'si, Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni siyasi parametrelere senkronize olamamıştır. Dahası, "kraldan ziyade kralcı" bir söyleme saparak, körüklemeye uğraştığı "demokratikleşme rüzgârı"nı kendi eliyle kısmıştır. Bir-bir buçuk ay önce, DYP'nin siyaset gündeminde çarpıcı bir görüntüsü vardı; şimdi gündemde gözükmüyor. Üstelik, Kıvrıkoğlu'na verdiği destekle, iki yıldır çizdiği profili de iyice belirsizleştirmiştir.

İkinci gelişme, tepesinde "28 Şubat mimarları"nın yer aldığı "küskünler hareketi"nin girişimine, Fazilet Partisi'nin dar görüşlü ve bencil bir hesapla dalmasıdır. Fazilet, bu olaydan kan kaybetmiştir; bundan ötesi DYP ile birlikte oluşturdukları "28 Şubat karşıtı eksen" tümüyle ve geri gelmeyecek biçimde dağılmıştır. Kıvrıkoğlu'nun açıklamasına boyun eğerek, bir "siyasi kimliksizlik" profili çizmiştir ki, bunun maliyetinin -arada beklenmedik dramatik gelişmeler olmazsa- 18 Nisan'da çıkmaması pek zordur.

Üçüncü gelişme, Kıvrıkoğlu'nun açıklamasının, neredeyse tüm "siyasi sistem" tarafından onay bulmasıdır. Mesut Yılmaz, bunu en veciz biçimde şöyle dile getiriyor: "Türkiye'de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüş bildirmesi artık olağan hale geldi. Kıvrıkoğlu'nun görüşleri kamuoyunun büyük bir kesiminin görüşleri ile çakışıyor."

Böyle bir ülke tablosunda, artık seçimlerin "28 Şubat referandumu" sayılabileceğini iddia etmek gerçekçi olmaz. Seçimlerin en muhtemel sonucu, çok kuvvetli bir rüzgâr yakalayan DSP önderliğinde ANAP'lı bir hükümete işaret ediyor. Bu hükümet modelinin, Genelkurmay açıklamalarına bir alerjisi olmayacak. Muhalefet ise, mevcut görüntüsüyle, "demokratik inandırıcılık"tan çok uzak.

18 Nisan sonrasında, son birkaç yıldır alıştığımızdan farklı bir Türkiye olacak. Farklı dinamikler devreye girecek. Yeni bir Türkiye'nin sancılarını, 2000'lere doğru kuvvetle hissedeceğiz...


© COPYRIGHT 1999 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr