kapat

CUMA 19 MART 1999

HINCAL ULUÇ (e-posta:uluch@sabah.com.tr )

Reklamın Beyaz'cası!..

Aslında kesme işareti gerekmez. Ama belirlensin istedim.

Docteur Renaud Paris reklamları, günün konusu.. Hemen herkes onu konuşuyor. Hatta üzerine fıkralar bile üretilmeye başlandı. Reklamda ünlü bir erkek var.. "Bunun burada ne işi var?" diye araştırmışlar. Sebep bulamamışlar.. Sonra Docteur Renaud kozmetiklerinin doğadan gelen ana maddesini araştırmışlar. Bakmışlar, salatalık. Yani ya.. Hıyar!..

Mutlak görmüşsünüzdür.. Ünlü mankenler, ünlü erkekler ekrana çıkıyorlar.

Bunlar marka adını Paris aksanı ile söylemeye çalışıyorlar.

Paris aksanı r'leri ğ okumaktır.

Yani Beyaz'ın doğal yaptığı iş.. Beyazca okusalar mesele yok..

Reklam, ünlülerin bu telafuza zorlanışları, amiyane deyimle çuvallayışları üzerine.. Kendilerine güldürüyorlar. İyi para almışlarsa niye güldürmesinler ki?..

Sonra kusursuz bir Fransız aksanı şiir gibi fısıldıyor, doğruyu..

Doktöğ Ğöno Pağiğ!..

Şimdi reklamcıların, bana sorarsanız "Atladıkları" nokta burası..

Bizim insanlarımız beceremeyecekleri şeylere yaklaşmaktan korkarlar..

Ertekin'in Ortaköy'de bir cafe'si var. Buradaki masam kapının tam karşısında..

Kapı dediysem.. Çadırın önü saydam perdelerle kapanmış. Bunların ikisi sabit. Biri içeri itilirse açılıyor. Yani o giriş yeri..

Dışarıdan bakınca üçü de aynı.. Yani kapıyı zaten bilmiyorsanız aramak zorundasınız. Tam kapının önünde oturuyorum ya.. Hemen hergün gözlüyorum..

İnsanlar geliyor, sağa sola bakıyorlar. Kapının neresi olduğunu çıkaramıyorlar..

"Şu magandaya bak. Kapıyı bulamadı" durumuna düşmemek, milleti kendilerine güldürmemek için -çünkü içerdekiler onları görüyor- kısa bir tereddütten sonra çekip gidiyorlar.

Ertekin akıllısına(!), yıllardır kapıyı işaret eden bir minik levha astıramadım. Ben yaptırıp astırıyorum. O söküp atıyor. Çünkü ona müşteri değil, hava gerek. O levha ona göre dekoru bozuyor.

Önemli olan Ertekin'in zevki.. Müşteri gelmesin ne olacak?..

Şimdi bizim insanımız bu..

Bu insan kalkıp bir kozmetik mağazasına gidip bu ülkenin en ünlü, en okumuş, en yurt dışı görmüş kişilerini dahi gülünç duruma düşüren o markayı söylerler mi sanıyorsunuz?..

Hem de bedavadan komik olmayı göze alır mı?.

Akıllarda o reklamın çağrışımı varken, dükkana giren ve o markayı isteyen her müşteriye etrafın güleceği kesinken..

Biz "Profiterol" diyemediği için, pastaneden çikolatalı pasta ile çıkan milletiz.

* * *

- Bana biğ tane Doktöğ Ğöno Pağiğ veğiğ misiniz?..

- (Kıh kıh.. Kih kih..) Ne?..Ne?.. Ne?..

- Boş ver!.. Bir Arko lütfen!..

Propaganda!..

Sinan Çetin gazeteye gelmişti.. "Hıncal Ağabey nedir senden çektiğim?" diye.. Çekiyor da.. Bana bir türlü film beğendiremedi.

"Ayrı ayrı her şeyi övmüşsün ama filmi beğenmiyorsun, bu nasıl iş?" dedi.

"Ortada film yok ki" dedim. "Sorun o.. Kısa kısa skeçleri arka arkaya bağlamışsın, gidiyor. Ortada hikaye yok.."

"Nasıl yani?.."

"Metin Akpınar ile Kemal Sunal'a kıyak yapmak için filmi harcamışsın. Oysa ne güzel yakalamışsın.. Telin iki yanında bir Romeo-Jülyet hikayesi!.. Anlatsana.. Filmin kahramanları Meltem ile Rafet olsa, film onların etrafında dönse, öbür bütün anlattıkların da yan unsur diye girse, dört dörtlük film olabilirdi."

"Peki yazında bunu niye yazmadın?.."

Düşündüm. Haklı.. İşte yazıyorum..

Bu arada..

Sinan, filmi Cannes'a götürüyor. Sezen müzikleri tamamlayacak.. Sinan yeniden kurgulayacak.. Metin Akpınar'ın o anlamsız sevişme sahnesi ve benzerlerini keserek, Rafet-Meltem aşkına ve erotizmine çekinmeden ve gocunmadan yer vererek.

Bu yeni kurguyu izleyeceğim. Size de yazarım.

Star'a ilk bakışlar!..

Medyamıza yeni ve iddialı bir gazete geldi. Düşüncemi söylemek için biraz bekledim. 40 yıllık deneyimlerim, en özenle hazırlanan ilk sayıların nasıl gazetelerin hep en kötü örnekleri olduğunu öğretmiştir.

Değişik bir gazete..

Tabloid kültürünü büyük boya taşıyor. Türkiye'de tabloid gazete hiç tutmadı.

Bir.. Gerçek tabloidi hiçbir zaman yapamadılar.

İki.. Tabloid zorunluluklar ebadıdır. Özellikle metro gazetesidir. Sabah akşam ev iş arasında uzun metro yolculukları yapanlar, etrafı rahatsız etmeden gazete okumak isterler.

Metro yolcularının gazeteyi dörde katlayıp zorla okuduklarına dikkat eden biri, tabloid ebadı bulmuş. Sonra o ebada ve o metro yolculuğu havasına uygun sayfa düzeni üslubu gelişmiş.

Şimdi bu üslup gelip büyük gazeteye konarsa ne olur, göreceğiz.

Haberleri dolu dolu yazıyorlar.. Hoşuma gitti. Ben bakmayı değil, okumayı severim. Televizyonda bir gece evvel herşeye bakmışken, ertesi gün artık okumak istiyorum.

Bu ülkede herkesin yakını görme özürlü olduğunu düşünüp, kocaman başlıklar, kocaman harflerle yazmaları kağıt israfı bence.. Büyük harfler de metro kültürü.. Sallanan ve titreyen bir zeminde normal harfleri okumak kolay değil.. Oysa Star'ı insanlar koltuklarında okuyorlar.

Abartmışlar..

Engin Ardıç'a yeniden kavuşmak beni mutlu etti. Adamda öyle kıvrak bir kalem var ki, en karşı olduğum düşünceleri bile keyifle okutuyor. Ama hergün başka yerde.. Aramak zorundasınız.

Sonra..

Daha erken.. Biraz daha beklemem gerek kafamdaki soru işaretleri için..

Mesela Ali Bayramoğlu ile Ömer Çavuşoğlu'nun aynı gazetede nasıl bir araya geldiklerini hala anlamış değilim..

Bu ülkede medya izleyicileri, sosyal, kültürel durumlarına göre, A, B, C, D diye ayrılır. Biri A+, öteki D- iki yazarla, Star kime hitap etmek istiyor?.

Özet mi?.

Gözünüzün önünde canlansın diye..

Cumhuriyet Light vardı ya hani, eski Yeni Yüzyıl.. Onu tabloid yapmışlar, arkasına Fotomaç'ı takmışlar.

* * *

Spor sayfalarında beni üzen birşey var..

Tıpkı Engin gibi yazılarını yıllardır özlediğim Talay Erker'le, Hayri Hiçler ve Eyüp Karadayı gibi kıdemli yazarlar, spor sayfası protokolunda, iki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin altına yerleştirilmişler..

Futbolcu eskileri, amigolar, hatta magandalar gerçek spor yazarlarının üstüne geçmiş.

Bu arada..

Sevgili Büşah ve Meriç,

Köşesinde "Beni niye almadınız?" diye ağlayan ve hem kendisine, hem size övgüler düzerek "Beni de.. beni de.." diye yalvaran muhteremi nasıl unuttunuz?.. Bu yazarlar ekibinin tepesine ne yakışırdı ama!.

Ne yaptık?..

Amerika, Miami Üniversitesi öğrencileri de, sütunumuzu internetten izleyenlerden.

Diyorlar ki..

"Birşeyler yapan ya da yapmaya çalışan insanları tenkit eden saçma sapan birşeyler yazıp duruyorsun. Peki be adam, sen kendi hayatında bir kelime olsun söz edilebilecek ne yaptın, biraz da ondan bahsetsene.."

El cevap, benim yerime George Bernard Shaw'dan..

"Yapan yapar.. Yapamayan eleştirmen olur!.."

* * *

Bugüne dek aldığım mektuplar içinde en duygulandıran ikisi..

"Hıncal amca, seni çok seviyorum. Keşke Fenerbahçeli olsan.."

Hande Nur

..........

"18 yıllık evliyim. Kocamla herşeyi paylaştık, bir türlü futbolu paylaşamamıştık. Ben onun futboluna bir gün bile kadın cazgırlığı yapmadım. O bana ofsaytı bile öğretemedi. İlk defa kocamla televizyon başında bir futbol keyfini paylaşıyoruz. Hayrettir söylenenleri anlayıp takip de edebiliyorum. NTV'de Kenan Onuk ve Haşmet Babaoğlu ile birlikte bizi bu düzeyli, sıcak sohbette birleştirdiğiniz için teşekkürler.."

Işık Ersin

* * *

(Bu mektupları yayınlamaya başladığıma göre yaşlanıyorum demektir.

Bu arada, bininci kez.. Bana gelen her mektubu, ama her mektubu okuyorum. Yani hergün tam bir kitap okuyorum, sizin mektuplarınızdan oluşan. Her mektuba yanıt bir dakikamı alsa, günde ortalama 200-250 dakikaya ihtiyacım var. Bu da 2.5-3 saat demek.. İnsaf edin. Okuyorum tamam. Ama yanıt istemeyin. Lütfen..

Gene lütfen.. Yolladığınız yazılar, fıkralar, sözlerin çoğu bu sütunda daha evvel yayınlanmış oluyor. Beni hergün okumak zorunda değilsiniz. Seda, Murat, Can (Ataklı) gibi bu gazete yazarları bile bu köşede aylar önce çıkmış şeyleri yeni bulmuş gibi sunarlarken, size niye kızayım ki.. Ama siz de bana kızmayın. Yayınlanmadı ise, mutlak daha önce çıkmıştır.)

Kediler ve kadınlar!..

Kadınlar günü ile kediler gününün birbirine çok yakın olması tesadüf olmamalı..

1. Kediler canları ne isterse yaparlar.. Ve de ne zaman isterse..

2. Kediler sizi çok ender dinlerler.

3. Ne yapacakları asla tahmin edilemez.

4. Mutsuz olduklarında ağlarlar.

5. Onlarla oynamak istediğinizde yalnız kalmak isterler.

6. Yalnız kalmak istediğinizde sizinle oynamak isterler.

7. Her kaprislerine tahammül etmenizi beklerler.

8. Çok alıngandırlar.

9. Her yere tüy dökerler.

10. Sizi çıldırtırlar.

Sonuç: Kediler, üzerlerinde ucuz bir kürk olan küçük, narin kadınlara benzerler.

(Günahı Uğur Pembecioğlu'nun başına.)

SEVDİĞİM LAFLAR

"İnsanların yüzde 99'u yalnızca varolur, ancak yüzde 1'i gerçekten yaşar."

Oscar Wilde

BİZİM DUVAR

Beşiktaş'ta aynı tas aynı hamam. Gitti galli geldi Kalli. Yakında Beşiktaş içgüveyinden "Kalli"ce olacak.

Hakan/Utku

TEBESSÜM

Bir otobüs dolusu politikacı seçim kampanyası için Teksas'ta dolaşıyorlardı. Otobüs büyük bir çiftliğin yanından geçerken, şöförün dalgınlığı yüzünden derin bir şarampola uçtu.

Çiftçi koşarak geldi. Gece kurda kuşa yem olmasın diye cesetleri gömmeye başladı.

Ertesi sabah şerif soruşturma için çiftliğe geldi. Çiftçiye sordu:

"Otobüsteki bütün politikacıları gömdün demek.. Hepsi de ölüydü, eminsin değil mi?.."

Çiftçi cevap verdi:

"Bazıları yaşadıklarını iddia ettiler ama politikacıları bilirsiniz.. Nasıl yalan söylerler.."

(Söz Meclis'ten dışarı fıkra için Uğur Pembecioğlu'na teşekkürler.)


© COPYRIGHT 1999 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr