kapat

ÇARŞAMBA 23 EYLÜL 1998

Can Ataklı (e-posta:ataklic@sabah.com.tr )

Yasemin Yalçın'ın eşi yalan söyledi

Cuma gecesi ATV'de Yasemin Yalçın'ın eşi İlyas İlbey'in şov yaptığı A Takımı'nı izlediniz mi bilemiyorum, benim çok kanıma dokunan program oldu. "Peki o zaman neden üzerinden birkaç gün geçtikten sonra yazıyorsun?" diye sorabilirsiniz. Sebebi basit. Birkaç gündür Bodrum'dayım, Türkbükü'nde Yasemin Yalçın ve eşinin gazeteci dövdüğü yerde kalıyorum. Bu sezon açılan Palmira Otel'de. Herkes methediyordu, bu olay için gidince kalmaya karar verdik. Gerçekten çok güzel.

Bu konuda yazmadan önce görgü tanıkları ile konuşayım istedim. Biliyorsunuz İlyas İlbey ATV'de "Bütün halkın gözünün içine baka baka söylüyorum, ben gazeteci dövmedim" demişti. Şimdi ben de herkesin gözünün içine baka baka söylüyorum, Yasemin Yalçın ve eşi Türkbükü'nde gazeteci dövmüşler. 12 görgü tanığı ile konuştum. Hepsi de "Evet dövdüler, hem de öyle vahşice vurdular ve küfürler ettiler ki, inanamazsınız" dediler.

Yasemin Yalçın, müdahale edenlere "Ne karışıyorsunuz, bırakın gebersin pezevenk" diye haykırmış. Görgü tanıkları "en basik küfür bu pezevenk lafıydı" dediler.

Herkes Çakıcı hayranı mı?

İlyas İlbey A Takımı'nın kaptanı Savaş Ay'ın engin hoşgörüsü sayesinde ATV'de yılın oyununu oynadı. Tiyatroculuk yeteneğinin verdiği güçle müthiş demagoji yaptı, çevresinde toplanan gazetecilerin çaresizliğinden yararlandı ve mağduru oynadı.

İlyas İlbey'in üstüne basa basa söylediği şuydu: "Arkadaş, kimse benim hamile karımın mayolu fotoğrafını çekemez. Çekerse ben o filmleri alırım."

Şimdi, bu sözü ünlü çiftin sanatçı kimliğinden, kendileri hakkında yapılan benzer haberlerden arındırırsanız, kim olursa olsun "Adam haklı" der.

Çünkü İlbey, olayı "saldırı ve gasp" durumundan çıkarıp, "ailesini savunan namuslu erkek" pozisyonuna sokmayı başardı. Bunun da Türk toplumunu özellikle erkekleri etkilememesi mümkün değil.

Ancak burada önemli olan şu: Herhangi bir suçun cezasını hukuk mu, yoksa şikayetçi mi verecek? Bu olayda şikayetçi durumundaki Yasemin Yalçın ve eşi hukukun üstüne çıkmış durumdalar, ama İlyas İlbey demagoji yaparak ve maço erkeği oynayarak kamuoyundan destek sağlamaya çalışıyor.

Nitekim bu desteği almış görünüyor. Çünkü bu programdan sonra konuştuğum pekçok kişi, ki aralarında sanatçılar da var, İlyas İlbey'e hak verdiklerini söylediler.

Olay, Türkiye'nin son yıllarda içine girdiği garip kısır döngünün de bir yansıması. Hukuk ve adalet mekanizmalarının işlememesi, kendini haklı görenlerin kaba kuvvete başvurmasını mazur gösterir hale geldi.

Bu durumda, insanlar belki "çeteleşme" olgusuna görünürde karşı çıkıyorlar ama, içten içe de garip bir hayranlık duyuyorlar. Başlıkta "Çakıcı" ismini geçirdim, aslında o bir sembol. Sorunları kaba kuvvete başvurarak çözmüş bugüne kadar. Bu suç, oysa toplum, hak ve adalet kavramları kaybolduğu için, işini kendi çözen insanları alkışlıyor, hatta çoğu zaman kendini onların yerine koyuyor ve "Keşke ben de böyle olabilsem" diye düşünüyor.

İlbey, insanların bu zayıf tarafını yakaladı.

Savaş Ay ve Emin Çölaşan'ı yadırgadım

Yasemin Yalçın'ın eşi aile kavramını kullanarak haksız olduğu bir olaydan haklı gibi çıktı. İlbey çok basit bir mantıktan hareket etti ve karısının namusunu koruyan adam rolünü oynadı. Buna Türkiye'de katılmayacak erkek sayısı azdır.

Savaş Ay'ın bu oyunu önceden hissetmesi gerekti. Örneğin, dövülme olayını, ortaya koyabilmeliydi. Yapacağı çok basitti, Türkbükü'ne bir ekip yollayacak ve görgü tanıklarını dinleyecekti.

Haydi bunu yapmadı, peki konunun saptırılmasına neden izin verdi? Olayı bir insanın, sebep ne olursa olsun dövülmesi çerçevesinde tutacağına, işin basın ahlakına, gazetecinin sorumluluğuna getirilmesine göz yumdu. Bu konuda, programa katılan arkadaşlar gerektiği gibi müdahale edemeyince olan oldu ve tüm basın ağır bir suçlama altında kaldı.

Emin Çölaşan ise İlyas İlbey'e hak verdiğini yazdı. Bugüne kadar bütün yazılarında hukukun üstünlüğünü, hak ve adalet kavramlarının yüceliğini anlatan Çölaşan'ın "Hukukdışı" bir duruma seyirci kalması ise beni çok yadırgattı. Aslına bakarsanız, biz gazeteciler olarak yanlışlarımızı görüyor ve zaman zaman çok ağır özeleştiriler yapıyoruz. Sanıyorum Çölaşan kendisinin de yaptığı bu eleştirilerin baskısı altında kalarak duygusal davrandı.

Garip bir ihale

İstanbul ve Çanakkale Boğazları'ndaki trafik kontrolü için özel bir sistem kurulması yıllardır gündemde. "Boğaz radarları" olarak bilinen bu sistemin kurulması için sonunda ihale açılmasına karar verildi. Denizcilik Müsteşarlığı teklifleri beklediğini bildirdi. Pazartesi günü ihaleye katılacak firmaların tekliflerinin alınacağı açıklandı.

İhaleye katılacak 15 firma vardı. Bu firmalardan 5-6'sı, yeterlilik belgesi alabilecek durumdaydı. Zaten şartnamade ağır maddeler konmuş ve yaklaşık 40 milyon dolarlık bu ihaleye katılacak firmaların benzer büyüklükteki bir ihaleyi bundan önce başarıyla tamamlamış olmaları öngürülmüştü.

İhaleye yoğun bir çalışma ile hazırlanan Daimler-Benz Eurospace firması önceki gün teklifini koltuğunun altına aldığı gibi müsteşarlığın yolunu tuttu. Ancak teklifi götüren ekip, önce bir belge eksikliği sonra da trafik yüzünden müsteşarlığın bulunduğu binaya 12'ye 4 kala girebildi. Son teklif götürme saati 12.00 olarak belirlenmişti. Ekip, bina içinde, ihalenin yapılacağı odayı bulana kadar 8 dakika geçti. Teklif mektubu saat 12.04'te komisyonun önüne geldi. Ancak komisyon başkanı "Geciktiniz" diyerek mektubu almadı. Komisyon, üç saat sonra yaptığı toplantıda 4 yabancı firmanın ihaleye girmeye hak kazandığını açıkladı. Daimler-Benz Eurospace firmasının itirazı ise kabul görmedi. Türkiye'nin bu kadar önemli bir ihalesindeki "kaç göç" davranışı bana çok garip geldi. Bu ihaleden "çok kötü kokular" çıkması muhtemeldir.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr