kapat

PAZARTESİ 17 AĞUSTOS 1998

Andrew Finkel (e-posta:afinkel@sabah.com.tr )

İncirlik

Son günlerde Dr. Jekyll'le Mr. Hyde tipi ikili yaşantımın ağırlığını omuzlarımda iyice hissetmeye başladım. Geçimimi sağlamak için yaptığım iş icabı, yollara düşüp yaşamın ne denli karmaşık olduğunu araştırıyorum, sonra evime dönünce bilgisayarımın başına geçip bütün o karmaşıklığı basitleştirmeye uğraşıyorum.

İki tarafın da aynı şiddetle haklı olduğunu iddia ettiği bir işçi-işveren çatışması kadar basitçe anlatılamayacak bir durum hayal edemiyorum. Ama bu da başıma geldi.

Geçenlerde bu sütunlarda, Adana'ya gitmeden önce internet'ten elde ettiğim bilgilere dayanarak İncirlik'teki grev hakkında bir yazı yazmıştım. Bu yazının temel amacı, ücretle iş koşullarını ilgilendiren basit bir işçi sorununun çok daha ciddi boyutlara ulaşma tehlikesi gösterdiğini vurgulamaktı.

Yazımda, grevin getirdiği sert tartışmaların, Türk-Amerikan ilişkilerinin bazı yönlerini grev sona erdikten sonra bile etkileyebileceğini anlatmaya çalışmıştım. Bu tehlikenin halen devam ettiğini söyleyebilirim.

Adana'daki bürolarını ziyarete gittiğimde, Harb-İş yetkilileri, yazımı bu şekilde yorumlamadıklarını nazikçe ama pek de vakit geçirmeden ilettiler. Taleplerini mantıksız ya da abes olarak nitelendirip hiçe saysaydım, benden özür dilememi istemekte haklı olurlardı. Üyelerinin kazancını mümkün olduğu kadar iyileştirmek bir sendikanın en doğal hakkı, hatta görevidir.

Öte yandan, büyük bir olasılıkla İncirlik Üssü'nün verdiği maaş oranları, en azından bazı işler için yerel ücretlerle eşit. Böyle olmasaydı sendika, işverenin taşeronlar aracılığıyla daha ucuz, sendikasız iş gücü bulacağı kaygısını taşır mıydı?

Kente inme yasağı

Adanalılar, genelde grevcilere sempatiyle yaklaşıyorlar, ama herkesin bu duyguyu paylaştığını söylemek zor. Amerikalılar, çatışmanın üzerine gitmeme politikası izliyor. Buna göre üsteki askerlerin grevcilerle karşılaşıp olay çıkması korkusuyla şehre kendi başlarına kente inmeleri yasaklandı. Bu da dükkan sahiplerinin pek hoşuna gitmiyor.

Ancak sendika da alım güçlerinin enflasyon yüzünden son yıllarda epeyce azaldığını iddia etmekte son derece haklı. Ayrıca sendika, işçiler üzerindeki etkisini azaltmaya yönelik bir girişim olduğunu da seziyor. Kimsenin keyif olsun diye greve gideceğini sanmıyorum.

Yine de, greve gitmenin önemli bir önkoşulu olduğunu düşünüyorum. Greve gidilecekse işverenin, ortaya konan talepleri karşılayacak kaynaklara sahip olup olmadığını iyice araştırmak gerekir.

Sendikanın diğer bir kuvvetli kozu, işverenin sadece yabancı değil, yabancı bir hükümet olması. Bu durumda, başkalarının (özellikle Türk özel sektörüne ait bir şirketin) kaçmasına izin verildiği noktalarda bile bu işvereni kamuoyunun sıkı denetimi altında tutup kanuna harfi harfine uymasını sağlamak, sendikanın kullandığı taktiklerden biri haline geliyor.

Kahvelerde, halkın genelde Harb-İş'in merkez liderliğine güvendiği, ancak işlerin yerel düzeyde yürütülme şekli konusunda bazı kaygılar olduğu izlenimini edindim. Grev, bazı esnafın sandığından çok daha güçlü bir destek görüyor.

İşini kaybetme korkusu

Ancak bütün greve hakim olan genel sertlik devam ediyor. Bu sertliğin, sendikanın kendi gücünün farkına varmasından değil, artan güçsüzlüğünü hissetmesinden kaynaklandığını sanıyorum.

Bir işçi sohbet sırasında, esas kaygısının son yıllarda ücretinin dolar bazında düşmesinden kaynaklanmadığını, işine tekrar geri dönebileceğine ilişkin bir güvence alırsa çok mutlu olacağını söylüyordu.

Grev yapan işçilerin duyduğu kızgınlığın kökeninde, Amerikalı personel ailelerinin "Türk işi" diye tanımlanan işlere el atması, ve bunun işçilerde uyandırdığı kaygı yatıyor. Grev sırasında bazı işleri üstlenmeye çalışan Amerikalılar'la Türk işçileri arasında yaşanan çatışmaları, karşılıklı oluşan bu duygular bence kısmen de olsa açıklıyor.

Düşünüyorum da, birileriyle kavga edecek duruma gelsem, muhatabımın Amerikan Hava Kuvvetleri'nden daha güçsüz biri olmasını şiddetle arzu derdim.

Yaşanan tatsızlıkları, iki farklı pazarlık yapma tarzına bağlayanlar da oluyor. Bu tür kültürel farklılıkların işleri daha da zorlaştırdığı iddia ediliyor. Amerikalılar, taktik kullanmadan masaya son teklifleriyle geldiklerini, bu yüzden de pazarlık oyunlarına girişmeye hazır olmadıklarını söylüyorlar.

Sendikanınsa masaya tam da pazarlık etmek üzere geldiğini tahmin edebiliyorum. Öte yandan Amerikalılar'ın son derece kurnaz bir taktik uyguladığı da söylenebilir. Bulundukları ülkenin kültürel özelliklerini anlamamazlıktan gelmek bir taktik olabilir, olmayabilir de.

Son noktada işçiler ekmek kapılarını, işveren de tesislerinin geleceğini güvence altına almaya çabalıyor. Bu durumun eninde sonunda iki tarafı da uzlaşmaya davet edeceğini ummak gerekiyor.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr