kapat

PAZARTESİ 17 AĞUSTOS 1998

Can Ataklı (e-posta:ataklic@sabah.com.tr )

Değişimin anlamı

Değişim modası üzerine daha önce de yazmaya çalışmıştım. Herkesin ağzında bir "değişim" sözüdür gidiyor. İzlediğim kadarıyla, pekçok kişinin "değişimden" anladığı "bazı siyasi liderlerin" gitmesi. Yani bizi bu güne kadar yönettiklerini söyleyen liderler giderse değişim olmuş olacak.

Değişimi biraz daha kapsamlı düşünenler ise "seçim sistemininin" değişmesini, "özelleştirme" yapılmasını, devletin biraz daha "küçülmesini" savunuyor.

Oysa değişim, kafalarda olmak zorunda. Kafaları değiştiremiyorsak, başları değiştirmişiz bir faydası olmaz. Bugünküler gider, yerine yenileri gelir. Biz de "Bak değişimi sağladık" diye bir süre seviniriz, sonra aynı girdabın içinde buluruz kendimizi.

Değişim, kişilerle olmaz. Değişim bütün toplumu sarsmalı ve ileriye götürmelidir.

Dikkatimi çekiyor, silahlı kuvvetlerdeki görev değişiklikleri "değişim" olarak algılanmak, daha doğrusu böyle söylenmek isteniyor.

Şu sıralar komutanların görev değişikliği yapılıyor ya, deniyor ki "Türkiye'de değişime ayak uyduran bir tek ordu var. İşte görüyorsunuz, kimse yerinde kazık çakamıyor, sırası gelen makamı bir diğerine bırakıyor. Oysa siyasetçiler öyle mi?"

Bu görüş son günlerde izlediğim kadarıyla bazı çevrelerde büyük ilgi görüyor. Silahlı kuvvetlerin sürekli değişim içinde olduğu vurgulanarak siyasilere atıfta bulunuluyor.

Oysa aynı şey değil ki. Silahlı kuvvetler mensupları devlet görevlileri. Her devlet görevlisi gibi onların da çalışma süreleri, terfileri, emeklilikleri var. Görec değişiklikleri normal bir işleyiş. Komutanların değişmesiyle değişen bir şey olmuyor.

"Halk niçin ençok orduya güveniyor?" şeklindeki bir soruya, eski bir asker "Çünkü bizde kural bir kere konulur ve hiç bozulmadan uygulanır. Oysa sivillerin hayatı yaz boz tahtası gibi" cevabını vermişti.

İşte olayın sihri burada. "Konulan bir kuralın hiç değişmeden ve tabii hiç tartışılmadan hep uygulanması" her zaman en iyi sonucu verir mi? Belki verir ama bu kesin doğru anlamında değildir.

Her tartışmaya ille de silahlı kuvvetleri karıştırmamalıyız.

Rakı şişeleri

Geçen ay içinde, Fransa 98'den dönerken uçakta rastladığım Devlet Bakanı Eyüp Aşık'la yaptığımız "rakı sohbetini" aktarmaya çalışmıştım. Bu yazıda rakının özelleşeceğini ama terkibinin bozulmasına izin verilmeyeceğini öğrendiğimi belirtip "Bu hatalı olur, bırakın başka katkı maddeleri de kullanılarak güzel rakılar yapılsın, bunlar dünyaya pazarlansın" önerisini getirmiştim.

Yazının bir yerinde "Tekel rakı şişesini Paşabahçe'den alıyor, devlet işi olduğu için şişe formları hiç değişmiyor, oysa özel olsa kimbilir ne şişeler görürdük" demiştim.

Yazının bu bölümü Paşabahçe'yi üzmüş. Genel Müdür Adnan Çağlayan beni birkaç kez aramış ama bulamamış, doğaldır, çünkü bir tatil kaçamağı yapmıştım biliyorsunuz. Döndüğümde masamın üzerinde Çağlayan'ın mektubunu buldum.

Adnan Çağlayan, Devlet Bakanı Eyüp Aşık'a gönderdiği mektubu da eklemiş. Özetle "Paşabahçe'nin yılda 170 milyon adet rakı şişesi ürettiğini, bunun için sürekli kalıplar yapıldığını, eğer istenirse başka türlü şişeler de üretilebileceğini" söylüyor.

Adnan Çağlayan'ın, bana ve Eyüp Aşık'a gönderdiği mektupların üslubundan biraz alınganlık gösterdiği izlenimi edindim. Buna da üzüldüm haliyle.

Çünkü o yazıdaki amacım Paşabahçe'nin katı tutumunu sergilemek değil, bir işin ısrarla devlet tarafından yapılmak istenmesindeki aksaklıkları ve yanlışları ortaya koymaktı. Devlet, elinde tuttuğu bir ekonomik gücün kalitesini, müşteri memnuniyetini genellikle hiç düşünmez. Bu nedenle olmasını istediğiniz her yenilik "şimdi başımıza icat çıkarma" mantığı ile geri çevrilir. Devlet pazarlamada geri kalmanın üzüntüsünü duymaz.

Oysa özel sektör malını satmak için pazarlama sektörünün bütün nimetlerinden yararlanmayı amaçlar. Bu nedenle hem şıklıkta, hem kalitede hem de maliyet düşürmede çeşitli yollar arar.

Fener'i gördünüz mü?

Cumartesi günü "Fenerbahçe iyi" yazımdan sonra, aralarında Fenerbahçeli'lerin de olduğu bazı dostlar "Yine rüya görüyorsun, şişirmeye kalkma, çok üzülürsün" diye takıldılar.

Aynı dostlar herhalde cumartesi gecesi Fenerbahçe'yi izleyince biraz utanmışlardır. Fenerbahçe tam tahmin ettiğim gibi yerine oturuyor. Spor sayfalarına baktım, Fenerbahçe için çok övücü şeyler yazılmış. Bu daha bir şey değil, birkaç hafta sonra çok daha iyi olacak.

Bu arada taraftara da seslenmek istiyorum. Cumartesi günü tribünlerde çok diri ve inançlı bir kalabalık vardı. Bu ateşli desteğin hep sürmesi gerek.

Yılmaz keşke söylemeseydi

DYP lideri Tansu Çiller, Kutan, Güzel, Özal ve Tibuk'la birlikte yemek yiyerek "Demokrasi platformunda biraraya geldiklerini" söyledi ya, Yılmaz'dan cevap geldi. "Bu durumda seçimler iki görüş arasında geçecektir."

Yılmaz'ın bu sözleri çok aceleyle söylenmiş gibi geldi bana. Çünkü Yılmaz ile Çiller arasındaki asıl çatışma "sağın liderliği" konusunda. Oysa Yılmaz'ın bugün koalisyon yaptığı iki parti solda. Ayrıca Yılmaz genel seçimler sonrası için DSP ile daha güçlü bir koalisyondan söz ediyor.

Çiller'i ve diğer partileri olduğu gibi bir başka blokta saymak bir anlamda sağın liderliği fikrinden de vazgeçmek gibi bir sonuç çıkarıyor. Bunun yanısıra bir yandan "cepheleşme oluyor" diye şikayet edilirken, karşı bir cephe açılmış oluyor ki, bunun Türkiye'ye herhalde faydası olmayacaktır.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr