kapat

PERŞEMBE 16 TEMMUZ 1998

Selahattin Duman (e-posta:sduman@sabah.com.tr )

Kör nefsimize esir olduk..

İki lokma ekmek için atıldığımız tehlikeyi değme babayiğitler göze alamazdı.. Biz aldık.. Karnımız doyduktan sonra tarihi şenliğe katıldık.. Orada da kondisyonumuz biraz eksik çıktı.. Antreman eksikliğimiz hemen gözüktü..

"Mösyö.. Mösyö.." diyerek taciz ettiğimiz garsonun bize neden ters muamele ettiğini düşünürken, Saint Denis'teki garip restoranın önünde birikenler de giderek artmaya başladı..

Dün de anlatmıştım ya..

Oğlanın jöleli saçından yukarıya boynuz gibi dikilen zülüfü bize bir işaret vermemişti ama.. Karnında toplanan tişörtü, göbeğindeki hızması bizi biraz huylandırmıştı..

Uzun boylu, incecik belli birşey.. Hani derler ya "Darbukada tel olmaz, bundan ince bel olmaz.." öyle bir bel..

Kapının önünde birikenlerin cümlesi onu tanıyor.. Muhabbeti çok olanları gördüğünde servisi bırakıp yanlarına gidiyor.. Kırıtarak yanak yanağa öpüşüyorlar..

***

Benim bildiğim elin gavurunda erkek kısmı yanak yanağa öpüşmez.. Kızlar öpüşür.. Bizde ise tam tersi.. Bir delikanlının başka bir delikanlıyı yanaktan öpmesi "erkeklik raconu" sayılır..

Bu hallerimizi gören gavurların aklından, adetlerimizi bilmiyorsa, hayırlı bir şey geçmez lakin bu böyledir..

Paris'in yiğitleri..

Uzatmayalım.. Bu halleri görünce cümlemizin aklı başına geldi.. "Biz nasıl bir yere düştük.." diye birbirimize bakmaya başladık.. Hayır, bizi burada bir gören olsa o saat adımız çıkacak..

Memlekete döndüğünde anlat anlatabilirsen..

Karnımız acıktı da.. Paris'te açık başka yer yoktu da.. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz de..

İşin kötüsü onlar da bize tuhaf tuhaf bakmaya başladılar.. Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş sayılır beş erkeğiz.. Hiç birimizde küpe gibi, hızma gibi aksesuar yok..

Kıyafetlerimiz de normal.. Hiçbirimizde "At sineğini tahrik eden beygir kuyruğu" cinsinden bir aksesur yok.. O halde bunların arasında işimiz ne? Onların da merak ettiği bu..

Ah şu kör nefsimiz.. İlle de karın doyuracağız, diyerek yaklaşık kırk elli garip ve meraklı bakış altında yemekleri yedik.. Bir gözümüz tabaklarda öbür gözümüz yolda..

İçimizden de "İnşallah bu yoldan bir vatandaşımız geçmez, hakkımızda (Acaba staj mı yapıyorlar?) şeklinde düşünmez.." diye dua ediyoruz.. Özetle o yemekleri yemeyip adeta tıkındık.. Hesabı ödeyip kendimizi kaçarcasına yola, kalabalığın arasına attık..

***

Kalabalığın debisi bizi Şanzelize'ye doğru sürüklemeye başladı.. Oradan yürüyeceğimiz mesafe beş altı kilometre.. Yol boş olsa adımlarını hızlandır git.. Bir saatte alırsın..

Ne var ki kalabalık kah dans ediyor, kah slogan atıyor, kah sarılıp oynaşıyor.. Üstelik caddeye açılan her sokaktan daha binlerce insan geliyor..

Adamın biri kocaman köpeğini alıp sokağa çıkmış.. İtini o bahane ile gezdirmiş olacak..

Atmosfere uysun diye düşündüğünden hayvana Fransız milli takımının formasını giydirmiş.. Köpek de bir neşeli.. Sanki Brezilya'ya golleri kendisi atmış gibi..

Bir oraya seyirtiyor bir buraya..

Hayretle baktım.. Bir Allah'ın kulu da çıkıp "Vay sen Fransa formasına nasıl hakaret edersin.." deyip, adamın yakasına yapışmadı.. Milli hislerinin eksikliğinden değildir.. Belli ki akıl edemediler..

Kalabalık sarhoşladı..

Yürüyüş güzergâhının bir iki kilometrelik bölümünü tamamladık ama ayaklarımızda derman kalmadı.. Say ki Mısır'da bozulan Cemal Paşa askeriyiz.. Sina Çölü üzerinden memlekete dönüyoruz..

Fransa'nın neşesi bize ağır geldi.. Ne taksi var ne başka bir ulaşım aracı.. "Kapıma getirseler şu yayılan eşeği.. Sırtına binip de dönüversem köşeyi.." fikri uzak bir ihtimal..

Fakat çaresi yok.. Şanzelize'ye gidip tarihe tanık olacağız.. O yüzden yürüyüşe devam..

İki kilometre daha aştık.. Kalabalık ikiye katlandı.. O vakte kadar bir milyon 200 bin kellenin aynı yola düştüğünü bilmiyoruz.. Üstelik tempo, yani kalabalığın debisi daha da yavaşlıyor..

Sebep? Milletin yürüyüş sırasında boş vaktini değerlendirmek için içki içmesi..

Alkol insanın fikrini şaşırtıp, yönünü kaybettirdiğinden böyle oluyor.. Bazılarını alkol de kesmemiş.. Bir mağazanın giriş boşluğunda üç delikanlı gördüm.. Çakmak üzerinde tuttukları bir kaşığı ısıtıyorlar..

Yanımda yürüyen Serdar'ın garibine gitti.. "Eroin hazırlıyorlar.." deyip onu aydınlattım..

***

Kalabalığın arasında Brezilyalılar da vardı.. Zaten Fransız makamlarının verdiği rakamlara göre Paris'e Brezilya'dan 31 bin kişi gelmiş.. Ahalinin arasında süklüm püklüm yürüyorlar..

Ellerinde bayrakları da var.. Bir tane Parisli'nin aklına "Bunlar madem Brezilyalı, şunları bir pataklasak da zaferimiz tam olsa.." fikri gelmedi.. Milli hisleri çok zayıf çıktı canım..

Şanzelize'ye ulaştığımızda saat sabahın dördü olmuş, o kara otomobil kalabalığı biçip geçmişti.. Otobüs durakların üzerine kadar adam doluydu.. Kalabalık ancak saat altı sularında seyrelmeye başladı..

Şanzelize'ye açılan sokakların içi taşradan gelen gençlerle doluydu.. Belli ki otostop yapmışlar.. Ne para var ne yatacak yer.. Ne kadar mağaza vitrini varsa içlerine yatmışlar.. Hem de salkım saçak..

Eve ulaştığımızda artık resmen sabah olmuştu..

Zafer Mutlu sanki çok normal bir gün yaşamışız gibi "Yazını yaz da öyle yat!" talimatını verdi.. Onun derdi de ertesi gün uyanamamam.. Dolayısı ile yazıyı yazamamam..

- Tabii yazacağım, dedim..

Salondaki masanın başına geçtim.. Vergi iade formu dolduran bir emekli ciddiyetinde bilgisayarı açıp kapatıyorum.. Bekliyorum ki onlar yatsın, ben de kendimi bir yere atayım..

Ancak görev bilincim, sorumluluk anlayışım buna izin vermedi.. "Bu gece Paris.." diye başladım..

Uyandığımda hâlâ oradaydım..


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr