kapat

PERŞEMBE 16 TEMMUZ 1998

Hıncal Uluç (e-posta:uluch@sabah.com.tr )

Futbolu çirkinleştirmeyen savunma futbolu!..

Siz bakmayın, Fransa'ya 3-0 yenildikten sonra Brezilya'ya atılan çamurlara..

İhtiyarlarmış da.. Emeklilermiş de..

12 Temmuz pazar akşamına kadar bütün dünya Brezilya'nın oynadığı futbola hayrandı. Bütün dünya Brezilya'ya övgü yarışındaydı. Bütün dünya Brezilya'nın şampiyon olacağına inanıyordu. Bütün dünya müşterek bahislerinde Brezilya hep öndeydi..

Bunun adını böyle doğru koymak gerek ki, Fransa'nın aldığı net galibiyetin değeri doğru tartılsın.

Fransa kötü bir takımı yenerek şampiyon olmadı.

Fransa, Fransa 98'in en iyi takımını, hem de 3-0 yenerek şampiyon oldu.

Zafer, onun için büyük zaferdir.

Ve de bu büyük zaferin altındaki imza Aime Jacquet'ye aittir.

Fransa'nın "İstenmeyen" teknik direktörüne..

İşe başladığı zaman Cantona'yı, bu Dünya Kupası öncesinde Ginelo'yı kadrosuna almayan ve "Gördün mü?.. Fransa'yı forvetsiz bıraktın" eleştirilerine muhatap olan Jacquet!..

Hele bu takıma forvet oynamaları için çağrılan iki deneyimli Djorkaeff ve Dugarry dökülünce, hele iki genç Henry ve Trezeguet kısa parlamalar dışında maçlara ağırlıklarıunı koyamayınca..

Fransa'nın durumu gerçekten umutsuzdu.

Forveti yoktu. Güvendiği savunmasının göbeğindeki adam eski kaptan, takımın en deneyimli savunma oyuncusu.. Savunmanın beyni Blanc da yarı finalde oyundan atılmıştı..

Ne yapacaktı Fransa..

O sabah çıkan gazeteler, De Gaulle'ün ünlü sözünü yayınladılar..

"Fransızlar ümitsiz durumlarda, yepyeni düşünceler üretebilmiştir. Fransa için ya hep vardır, ya hiç.. Fransa bunun için büyüktür."

Fransa'yı bütün koşullar aleyhinde iken kurtaran düşünceyi Jacquet üretti..

Oyun başladığında gördük ki Fransa savunma yapıyor.. Dünya Kupası'nın en iyi forveti ve en iyi hücum orta sahasına karşı ne yapabilir ki zaten?..

Ama Jacquet, savunmayı kalesinin önünde yığılarak yapmıyor.. Brezilya'nın Ronaldo, Bebeto, Rivaldo ve Dungası'nı, o fena halde tehlikeli adamlarını kalesinin yakınında kabul etmek akıl karı değil tabii..

Savunmayı ilerde kuruyor.. Nerdeyse santra civarında.. Risk..

O ne?.. Ronaldo dahil hiç kimseyle adam adama oynamıyor.. Alan savunması yapıyor.. Risk..

Ama bu riskleri sıfıra yakın rakamlara indirecek önlem alınmış..

Fransa, müthiş bir hücum pres yapıyor.. Taffarel'den başlıyorlar nerdeyse prese..

Kendi yarı alanından topla çıkmak isteyen her Brezilyalı karşısında en az bir, bazan iki Fransız buluyor.. Ve sıkıştırılıyor.. Pas atacak.. Alacak adamların hemen hepsi markajda.. Brezilya aldığı topların çoğunu daha hücuma sokamadan kaybediyor. Hücuma kalkabildikleri, topu Fransa yarı sahasına geçirebildikleri zaman, Fransız takımının Brezilya'nın ilerleyişi kadar geri çekildiğini, görüyoruz.. Bir bütün olarak geri geliyorlar.. Topu kazandıklarında gene ayni bütün olarak ileri çıkıyorlar. Fransa Total Futbol oynuyor.. 1970'ler Hollandası'nın hücuma yönelik Total Futbolu'nun savunmaya dönük varyasyonu bu..

Bu futbolu izlemek keyifli.. Çünkü böylesine bir savunma, İtalyanlar'ınki gibi futbolu çirkinleştirmiyor. Seyirciyi futboldan nefret ettirmiyor.

Bu savunmada futbol oynanıyor. İtalyanlar'ınki gibi "Rakibi oynatmamak" taktiği değil bu..

İşte bu sebeble, maç yazımda, tüm Türk teknik direktörlerin bu maçın kasetini ezberleyene kadar izlemelerini istedim..

Çağdaş savunma, günün savunma anlayışı burada yatıyor çünkü..

Maç başladığında Fransa'nın bu müthiş presini görünce "Brezilya'nın ilk hızını kesmek için" diye düşündüm.. "Bu tempoya 20 dakikadan fazla dayanamazlar.."

45 dakika sürdürdüler.. "İkinci yarıda yerlerde sürünür, ot yolarlar" diye aklımdan geçiyordu. İkinci 45 dakikayı da aynı tempoda oynadılar.

Jacquet taktiği hazırlamıştı.. Ama insanüstü bir fizik güç ve tempo gerektiren bu taktik için futbolcuları da hazırdı..

Hem de nasıl hazırdı..

Blanc'dan sonra takımın en iyi savunma adamı Desailly de oyundan atılınca, maç başından beri sahada basmadık yer bırakmayan Petit, savunmanın en arkasına, liberoya geldi..

Şimdi televizyonda ne kadar gördünüz, gözlerinizin önüne ne kadar getirebilirsiniz bilmem..

Brezilya tüm hatları ile yüklenirken ve 91'inci dakika oynanırken, Fransa topu santra civarında kaptığında Petit kendi 18'inden aniden hızlanarak fırladı.. Dümdüz karşı kaleye gidiyordu.. Topsuz müthiş bir koşuydu bu..

"Bu adam gole gidiyor" diye haykırdım.. Brezilya 18'ine girerken topu önünde buldu ve golünü attı..

Oyunun özetiydi bu inanılmaz kontratak.

Brezilya gelirken kapanan Fransa, topu kapınca nasıl açılıyordu?.. Ve de 90'ıncı dakikayı da geçerken oyun, Fransızlar hala bu müthiş deparı atabilecek ve sonunda topa hala vurabilecek kadar güçlüydüler.

Şampiyonluğun sırrı işte buydu!..

Taffarel!..

Galatasaray Dünya Kupası'nın en iyi kalecisini almadı..

O Paraguay kalecisi Claivert'di..

En iyi kalecilerinden birini de almadı..

Onlar Fransa, Tunus, Arjantin kalelerindeydiler..

Galatasaray, Brezilya'nın en zayıf yanı, yumuşak karnı savunmasının son adamını aldı..

Bu son adam, Fransa önünde iki golde çaresiz göründü.

Yan toplarda çaresiz kalıyor diye eleştiriliyordu.

Fransa önünde hemen hiç bir topa çıkmadı.. Tam tersine 18 üzerinde olduğu poziyonlarda bile top ona doğru şandellendiğinde hamle yapacağına geri geri kale çizgisine çekildi ve topu kaleci ile karşı karşıya pozisyonda rakibine bıraktı..

Ona çizgi kalecisi diyenler de haklıydı..

Taffarel'in bir üstünlüğü vardı. Karşı karşıya pozisyonlarda müthişti. Harika kurtarışlar yaptı.. Penaltılar dahil..

Topu hemen elinden çıkarıp, kontratak başlatmaktaki yeteneği müthiş..

1994 Dünya Şampiyonu'nun kalecisiydi.

Kupa sonunda iş bulamadı. İtalya'da amatör bir manastır takımında papazlar arasında santfor oynadı uzun süre.. Nerdeyse unutulmuşken, Zagallo unutmadı onu.. 1998 takımına çağırdı.. Forma verdi..

Ardından Galatasaray..

Taffarel, Simoviç'ten beri kaleci hasreti içinde yanıp tutuşan Galatasaraylılar'a nefes aldıracak mı?..

Türkiye Ligi ve Kupaları'nda yeterli olur sanıyorum..

Ama Galatasaray'ın hedefi artık Şampiyonlar Ligi.. Bu lig için icabında tek başına maç kurtaracak bir kaleci gerek..

Taffarel bu kaleci mi, sorusuna "Evet" demem zor..

Bekleyeceğiz. İyi niyetle.. Ümit ederek..

Erman Hocam'a öğütler..

Erman Hocam..

Bunlar bir gazeteci ağabeyinden sana öğütler.. Özellikle televizyon gazeteciliğinde çok büyük yeteneğin var.. Ekrana yakışıyorsun.. Lafı, köşelerini eğe ile yuvarlatmadan söylüyorsun. Düşündüğün şeyi söylemeni hiçbir güç engelleyemiyor. Halk böylelerini çok sever.. Seni de çok seviyor.. Zaman zaman ters şeyler söylediğin için kızsa da..

Şimdi iki şey çok önemli.. Kariyerin açısından..

Bir..

Bir ki bir.. Çok önemli..

Hiçbir kişi ve kurum önünde aşağılık kompleksine düşmeyeceksin..

Gazeteci, toplumun, liderlerin, kurumların, kuruluşların önünde olmasa bile dışındadır. İçlerinde yaşar, ama dışlarından, tepeden bakarak eleştirir.. Yeni fikirler üretir.. Yol gösterir.

Sakın ola kendi kendine "Had" koyma.. Sakın ola kendi kendine "Ben kimim, Blatter kim.. Benim ne haddime Blatter'e karşı çıkmak" deme..

Sen Blatter'i ve de daha yüzlerce, binlerce Blatter'i eleştirmek, onlara fikir vermek için oradasın..

Aksini düşündüğün an, gazeteciliğin biter.

İki..

Bu da çok ama çok önemli hocam..

Bu mesleğin sırrı mantıktır.. Kendi söyleminde, kendi sıralamanda tutarlı olmalısın.

Mantık dışına düştün mü, saçmalama başlar..

Blatter FİFA Başkanı.. Yırtındı, video bandları delil kabul edilsin ve Bergamp'a ceza verilsin diye.. FİFA Disiplin Kurulu aldırış bile etmedi. "Hakem ve gözlemci raporunda olay yok.. O zaman bu banda tek başlına delil olamaz. FİFA Başkanı'ndan gelse bile" dedi, attı bandı kenara..

FİFA Hakem Komisyonu da, Bergamp'ı oyundan atmayan ve rapor etmeyen Hakem Aranda'yı yarı finale atayarak, FİFA Başkanı'ndan ne kadar bağımsız olduğunu gösterdi.

Blatter de kabullendi zaten..

"Kuvvetler ayrımı bunu gerektiriyor" dedi..

Şimdi Blatter, yönetmelikleri değiştirmek istiyor. "Video bandlar disiplin olaylarında tek başlarına da delil olur" maddesini getirmeye çalışıyor.

Bunu başarırsa, o zaman, işte ancak o zaman video bandına bakıp ceza vermek mümkün olacak hocam..

Ancak o zaman..

Blatter Disiplin Komitesi karşısında hezimete uğramışken, bunu bütün dünya bilirken "Aferin sana Hıncal.. Blatter de kim oluyor.. Alt tarafı FİFA Başkanı.. Sen hala yazıyorsun" dedin mi, mantığın çok uzağına düşer, saçmalamış olursun hocam..

Üçüncüsü Hocam..

Yanılgısızlık Tanrı'ya mahsustur.

Yanıldığını kabullenmek ise, büyüklüklerin en büyüğü..

Bana gönderdiğin yazılı FİFA belgelerine, Dünya Kupası'ndaki Blatter'e rağmen, benim dediğim uygulamaya rağmen, hala "Dediğim dedik, çaldığım düdük" dersen hocam, o zaman o düdüğünden hakemliğinde olduğu gibi erken ayrılmak zorunda kalırsın..

Unutma Hocam..

Bunlar bir cevap yazısı, bir gazeteci eleştirileri değil, bir meslek ustası ağabeyinin kulağına küpe yapman gereken öğütleri.. Tutarsan sen kazanırsın.

Sağlıcakla kal, Sevgili Hocam!..


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr