kapat

PAZAR 26 NİSAN 1998

Selahattin Duman (e-posta:sduman@sabah.com.tr )

Siz daha çocuk görmemişsiniz..

El tadar bebeleri koltuğunuzun altında gezdirip "çocuk büyüttüğünü" zannedenler benim misafir ettiğim 1.88'lik çocuğu görselerdi salavat getirirlerdi.. Üstelik bu 1.88'lik bebe 23 Nisan şenlikleri için gelmişti memlekete..ÖZET: 23 Nisan törenleri için ülkemize gelen yabancı çocukları ağırlamak üzere gönüllü olmuştuk ya.. Bizim payımıza biri 1.88 diğeri 1.78 boyunda iki azman düştü.. Dünkü yazının hitamında; on yaşındaki kızımla birlikte teslim aldığımız misafirleri eve götürüşümüzde kalmıştık..

1.88 boyunda olup da "Tamburacı Osman Pehlivan" heybetinde duran Finli kız çocuğunun adı Kate idi.. 1.78'lik tombulu da Hanna..

Önce kızları arabaya sığdırmak mesele oldu.. Ön koltukları iyice öne çektiğimizden göğsümüz direksiyona yapıştı.. Arabayı jokey gibi kullanarak eve geldik..

Ne kadar çocuk varsa ikinci karşılama komitesi olarak kapıya üşüşmüşler.. Konu komşu da pencerede.. Refet Paşamız İngiliz işgalinden kurtulan İstanbul'a nasıl girdiyse biz de apartmanın otoparkına böyle girdik..

Şok üzerine şok..

Kızlar arabadan inince mahallede ikinci bir şok dalgası yaşandı.. Komşu hanımların yüzündeki acıma ifadesinden öyle şeyler okuyorum ki tarifi mümkün değil..

Evden kaçtıktan sonra pavyona düşen kızlarını Reha Muhtar'ın yardımıyla kurtarıp geri getiren bir babaya bakar gibi süzüyorlar beni.. Kızların ise yarattıkları şok umurlarında bile değil..

Ağızlarında pabuç kadar birer sakız.. Çatır çutur çiğneyip ülkelerinin tanıtımını yapıyorlar..

Kapı açılınca ikinci şoku da Bilge yaşadı.. Ama nedense kendini çok çabuk topladı.. Belki de İngilizcesi iyi olduğu, daha rahat iletişim kurabildiği içindir..

Belki de bu kızlar ona gerçekten çocuk gibi geldi..

Söylemesi ayıptır, bizim hanımın ailesinde kendi rızası ile ölen yoktur.. Allah daha da uzun ömür versin ama başlarına bir kaza gelmezse yedi sekiz kuşağı devirirler..

Ben yeni nişanlıydım.. Bizim hanımın 110 yaşındaki büyük ninesi Mayka ölüverdi.. Bütün aile "Vah kadersiz gelin.. Zamansız öldü.." diye ağıta durdu.. O zamandan beri de damat olarak moralim bozuldu..

Şimdi düşünüyorum da Bilge'nin bu azman kızlara çocuk muamalesi yapması mutlaka bu sebeptendi..

***

Bizim kız, misafirlerine odasını, özellikle duvara astığı Fin Bayrağı'nı gururla gösterdi.. Garibim bebeklerini göstermeye cesaret edemedi.. Kızlar şöyle bir bakıp odadan dışarı çıktılar..

Kızım da yapacak bir şey kalmadığından ağlamaya başladı.. Öğle yemeği saati gelmiş.. Zaten sofra da hazır.. Bilge aklına gelen ne kadar yemek varsa yapmış.. Sofra beş yıldızlı bir otelin açık büfesi ihtişamında..

Konu komşunun da takviyesi var.. Lakin kızlar sofraya yan gözle bakıp bakıp aralarında bir şeyler konuşuyorlar..

Huylanmasına huylandım ama sofraya davet edene kadar da ne konuştuklarını anlamadım.. Ne zaman ki kızlar sofraya oturdu o vakit aralarındaki şifreli konuşmayı kavrar gibi olduk..

Yemeklere el sürmediler.. Zaten tabaklarına lütfen bir iki çatal batırımı bir şey aldılar.. Ardından çantalarından çıkardıkları etimekleri kemirmeye başladılar..

Besbelli birileri bunlara "Yemeklerini yemeyin.. Kolera neyim kaparsınız.." demiş.. O yüzden etimek kemirmeye yatıyorlar..

Ben şahsen "Ciğer aldım pazardan, sarardı soldu nazardan.." oldum.. Bilge'ye bakıyorum.. Yüzü bembeyaz.. O da "Gece çıktım mezardan.." havasıyla bana eşlik ediyor..

Kızların ise yarattığı manzara umurlarında değil.. Peksimet kemirmekle meşguller.. Aşağılanmak bu kadar olur.. Ne çare ki ev sahibiyiz, töre gereği elimizden bir şey gelmiyor..

İyi niyet hamlesi..

Biz de ailece inatlaştık.. Onlar bizi aşağıladıkça biz onları memnun etme gayretini arttırıyoruz.. İlle de Türkiye için iyi şeyler düşünmelerini sağlayacağız..

O vakitler gavurlarla memleketçe temasımız az olduğundan "Bunlar bizim için iyi düşünse ne yazar, düşünmese ne yazar.. İki görgüsüz Fin köylüsü işte.." demiyoruz..

O gayretle kızları arabaya bindirip İstanbul turuna çıkardık.. Özellikle sahil yolundan götürüyorum ki şehrimizin doğal güzelliklerine hayran kalsınlar.. Zaten gecekondu semtlerinden geçmek diye bir şey söz konusu olamaz.. O yüzden sahile vurduk kendimizi..

Ortaköy'ü geçtikten sonra Aşiyan'ın yakınındaki surları gösterdim.. Bir yandan İstanbul'un fethini anlatıyorum bir yandan da "İşte Ulubatlı Hasan bayrağı buraya dikti.. Şehir buradan fethedildi.." diye sallıyorum..

Elin Finli'si.. Ulubatlı Hasan'ın bayrağı nereye diktiğini nereden bilecek, diye düşündüğümden böyle sallıyorum ki anlattıklarıma bir Hollywood yapımı heyecanı katabileyim..

***

Dikiz aynasından baktığım kadarı ile kızlar hiç oralı değil.. Ulubatlı Hasan'ın gayreti bile etkilemedi onları.. İkide bir birbirlerine sokulup fısıldaşıyorlar..

Kulağıma çalındığı kadarıyla diskodan söz ettiklerini anladım.. Dertleri ille de diskoya gitmek.. Hele bir seksensekizlik olanı daha da arsız.. Disko, diyor başka laf etmiyor..

O disko dedikçe ben denizi gösterip "İşte boğaz.. Bosfor bosfor.. Dünyada başka yok.." diye bastırıyorum.. Onlar ise surat asıyorlar.. Bu sefer Bilge'ye dönüp onunla fısıldaşmaya başladılar..

Sonunda deniz kenarında bir kafede "çay ve ihtiyaç molası" verdiğimizde Bilge durumu çıtlattı.. Gece diskoya gitmek istiyorlarmış..

Yan gözle kızıma baktım.. O bütün umudunu kaybetmiş zaten.. Garibin mahalledeki itibarı sıfıra inmiş olduğundan Finli kızların evde kalıp kalmaması umurunda değil artık..

Sanki Aynalı Tahir dizisini seyredip bunalıma girmiş gibi boş gözlerle bakıyor.. Çaresiz razı oldum..

Kader utansın..

YARIN: Disko rezaleti ve final..


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr