PAZAR 26 NİSAN 1998
Diyarbakır - Apo'nun sağ kolu Şemdin Sakık'ın itirafları şok üstüne şok yaratıyor. Sakık itiraflarının bir bölümünde, PKK'ya destek veren milletvekilleri, siyasiler, işadamları ve bazı gazetecilerle gazetelerin isimlerini açıkladı.
Sakık ayrıca PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye aleyhine Ermenistan'la yaptığı korkunç anlaşmayı da itiraf etti. Bu anlaşmada Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu PKK ve Ermenistan arasında paylaştırılıyor.
İfadesinde Apo'nun Türkiye içinde cumhuriyet düşmanı bazı kişi ve kuruluşlarla da ittifak yaptığını açıklayan Sakık, bu ittifakla ilgili detaylar aktardı.
Sakık, kapatılan RP ve ardından kurulan Fazilet Partisi'nin yayın organı olarak bilinen Milli Gazete ile Akit Gazetesi'nin PKK aleyhine yayın yapmayacakları konusunda söz verdiklerini de söyledi.
Sakık ayrıca KESK'in ve Cumartesi annelerinin eylemlerinin de PKK tarafından desteklendiğini ifade etti.
Diyarbakır ve Batman'daki birçok petrol kuyusu ve şantiyeden haraç topladıklarını da açıklayan Sakık, kendilerine yardım yapan İstanbul'daki bazı işadamlarının da isimlerini verdi.
Sakık, ifadesinde korucu sisteminin PKK'ya zarar verdiğini ve halkı ikiye böldüğünü, terör örgütünün bu bölünmeyi ortadan kaldırmak için gazetecileri ve milletvekilini devreye soktuğunu, ancak Türk Ordusu'nun karşı çıkması nedeniyle sonuç alınamadığını da söyledi.
Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nca 13 Nisan'da Kizey Irak'ta ele geçirilen Şemdin Sakık'ın, PKK'ya destek veren bütün kişi, kurum, dernek ve vakıflar hakkında geniş bilgiler verdiği; örgütün işleyişini, zaaflarını açıkladığı öğrenildi. Bölücü örgüt PKK'nın ikinci adamı Şemdin Sakık'ın verdiği ifadelerde yer alan müthiş itiraflar şöyle:
"Yanılmıyorsam 1992 Şubat'ında ilk Ermeni heyeti Şam'a geldi. Heyette Ermenistan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri bulunuyordu. Öcalan ve benim de bulunduğum 5 kişilik bir örgüt heyeti, kendileriyle görüştü. Konu örgütün Türkiye'de kuracağı Kürt devletinin sınırlarına geldiğinde, Öcalan'ın sözüne Ermeniler'den sert karşılık geldi. Ermeniler bizim sınırlarımızda gösterdiğiniz Erzurum, Van, Muş gibi 4-5 şehrin ismine itiraz ederek, buraların Ermenilerin tarihi toprakları olduğunu söylediler. Öcalan, kurnazlığını kullanarak, (bu konuyu şu anda tartışmanın zamanı değil. Ortak düşmanımızı yenince, oturur konuşuruz) diyerek konuyu bağladı."
"Örgütü destekleyen ve benim bildiğim çok sayıda siyasiler bulunmaktadır. Bunlar arasında aklıma gelenler:
DYP Erzurum eski Milletvekili Abdülmelik Fırat, ANAP Diyarbakır Milltvekili Sebgetullah Seydaoğlu.
DYP Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu: 1991 genel seçimlerinden önce Diyarbakır-Dicle kırsalına giderek "Remzi" kod isimli İrfan Pervane ile görüştü. Seçimlerde kendisine halkın desteğini sağlamamızı istedi.
FP Van Milletvekili Fethullah Erbaş: Bizimle defalarca temasa geçti. RP'nin örgütü kınamayacağı, buna karşılık da kendilerini desteklememizi istedi.
Kapatılan RP'nin Bitlis eski Milletvekili Muhyettin Mutlu: Bitlis milletvekili idi. Oğlunu para karşılığında kurtarmak için Öcalan ile Bekaa'da görüşmüştür.
Turgut Atalay: Diyarbakır eski Belediye Başkanı. Bana bir tabanca hediye etti.
Kapatılan DEP eski Milletvekili Sırrı Sakık: Örgüt ile dolaylı irtibatlı. Öcalan kendisini sevmez.
Kapatılan DEP eski Leyla Zana: Öcalan ile doğrudan bağlantılı. Ancak eşi Mehdi Zana'nın PKK'ya tam bağlı olmamasından dolayı bu kişi için "ajan" da olabilir der.
Ayrıca, bölgede bulunduğum süre içinde Dicle ve Lice Belediye Başkanları da örgütten desteğini hiçbir zaman esirgememişlerdir. Mehmet Mengi: Diyarbakır eski HADEP İlçe Başkanı. Bize maddi destek de bulunduğu gibi adamlarımızı da belediyede işe alınmasını sağlardı."
"PKK'ya destek veren işadamları benim bildiğim kadarıyla şunlardır:
Batman Petrolleri beden petrol arama kuyuları için izin aldı. Ben de onlardan hem para aldım hem de işçi soktum. Hazro'da su kanalı yapan müteahhitten 1992 yılında 200 milyon lira aldık. 1993 yılında Batman Baraj inşaatından bir milyar lira peşin vergi aldık. Bir milyar da daha sonra alacaktık. Fakat, yanlışlıkla baraja eylem yapılınca geri kalanı alamadık. Cantürkler, sürekli olarak para yardımında bulunmuştur. Ali Rıza Septioğlu'ndan para istedik. Para almaya gittiğimizde korumaları ile çatıştık. Onların silahlarını aldık. özellikle İstanbul'daki işadamları maddi destek bakımından önce gelmektedirler. Bunlar kazandıkları kara parayı bu destekle aklamaktadırlar."
"Basın mensupları içinde de örgütün parayla yazdırdığı ya da konuşturduğu çok ünlü kişiler bulunmaktadır. Bazılarını da parayla satın alabileceğini düşünür. Bunlara örgütte eyyamcılar denir. Bunun yanında ülkede Gündem, Özgürleşen Yurtsever Gençlik, Evrensel, Özgür Halk, Demokrasi, Emek gibi basın organları da örgütün finanse ettiği kuruluşlardır. Doğu Perinçek ve Mehmet Ali Birand'ın Öcalan ile görüşmesi ona Türk basınında kapıların açılmasına neden olmuştur. Öcalan bana, para karşılığında konuşan ya da yazarlar arasında Mahir Kaynak, Mahir Sayın, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve Yalçın Küçük'ün isimlerini söyledi.
Ayrıca, Milli Gazete ile Akit Gazetesi'nin de PKK aleyhine yazmayacaklarına dair söz verdiklerini söyledi. Bunlarla bir nevi ortak düşmana karşı antlaşma yapıldığını söyledi. Öcalan, para ile satın aldıkları Türk gazetecilerden söz ederken, 'Kürt ve Türk tarihi hainlerle doludur. Türk'e ve Kürt'e oyun yapmaya gerek yok. Bunlar zaten oyunu kendileri oynuyor' dedi."
"Örgütün kuruluşundan itibaren kuruluş amacına göre idealin önce kültürel hakların alınması, sonra federe bir yapı sağlamak olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, bağımsızlığa doğrudan geçmemiz mümkün görülmüyordu. Federe yapı gerçekleştirildikten sonra Türkiye topraklarında bağımsız bir Kürdistan devleti kurma peşinde koşacaktık. Daha sonra da Irak ve İran'daki Kürtler'le birleşerek, büyük bir Kürdistan kurmak düşüncemiz vardı. Suriye devletinin örgüte verdiği destekten dolayı, Suriye devletinde Kürt toprağı olmadığı, burada yaşayan Kürtler'in mülteci olduğu kanaatine varılmıştı. Tabii ki bu kanaat sadece Öcalan'a aitti. Bu durumda öncelikle Türkiye, Irak, daha sonra da mücadelenin seyrine göre, İran'da da Kürt toprağı olduğu kabul edilerek, mücadele bu topraklarda yürütülecekti. Ancak daha işin başında, Türkiye'deki Kürtler'in farklı dil konuşmaları bizim için ilk engel teşkil etmişti. Farklı ülkelerdeki Kürtler farklı dil kullandığı gibi, aynı ülkelerdekiler de farklı dil kullanıyorlardı. Öcalan savaşçıların aklında dil konusundaki farklılıkların bir şüpheye neden olmaması için genelde Türkçe konuşulması emrini vermiştir. Bu durum, Suriyeli savaşçılar için sorun olmuştur. Gerçi onlar Türkiye doğumlu savaşçıların Kürtçesini de anlamıyorlardı. Ama Türkçe konuşulması daha büyük soruna neden oldu. Son zamanlarda Türkiye'den katılımlar azalınca, Suriyeli Kürtler'in örgüte katılımına önem verildi. Ancak, bunlardan istenilen verim dayanıksızlıkları nedeniyle alınamamaktadır."
"Yukarıda belirttiğim amacın gerçekleşmesi için siyasi ve kültürel alanlarda da harekete geçilmiştir. Dünyadaki siyasi ve ekonomik globalleşmenin etkisinde kalınarak Türkiye ile barış görüşmelerine zemin yaratarak silahlı çatışma yanında propagandaya yönelik faaliyetlere de önem verilmiştir. Bu propaganda için insan hakları derneği ile Mezopotamya Kültür Merkezi örgüt ile doğrudan ilişki içindedir. Son zamanlarda eylemleri artan "KESK" gibi bazı sendikaların da eylemleri el altından desteklenmektedir. Cumartesi anneleri eyleminin de örgütün kontrolünde olduğunu biliyorum."
"PKK, geçici köy koruculuğu sisteminin Türk Ordusu kadar olmasa da örgüte büyük zarar verdiğini düşünmektedir. Örgüt, korucularla kendisi arasında ateşkes ilan etmek için çok çaba harcamış, ama başaramamıştır.
Korucuların araziyi iyi tanıması ve plansız hareket etmeleri onlara başarı sağlamaktadır. Korucu sistemi, daha işin başında bağımsızlığa ulaştırmak istediğimiz halkımızı ikiye bölmüş, bu da bizim hareketimizi ulusal bir niteliğe sokmamıza büyük ölçüde engel olmuştur. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmak için örgüt Türkiye'de gazeteci, milletvekili, çok kişiyi devreye sokmuş ancak, Türk Ordusu'nu karşı çıkması nedeniyle neticeye varılamamıştır."
"Örgütün genişlemesindeki en büyük faktör, katılımcı tabanı teşkil eden insanların ekonomik ve sosyal durumudur. Örgüt, bu durumdan yeterince faydalanmasını bilmiştir. Ancak, son zamanlarda okul, yol, elektrik ve GAP gibi yatırımlar halkın devlete yakınlaşmasına, PKK'dan kopmasına belli ölçüde neden olmuştur. Güvenlik Kuvvetleri'nin de halka sert davranmaması, devlet hakkındaki imajın değişmesine neden olmuştur."
"1982'den 1990'a kadar cezaevleri PKK'nın direniş alanları idi. Cezaevine sempati duyuluyordu. 1990 yılında Mehmet Şener cezaevinden çıktıktan sonra örgüte katılmasını müteakip, Öcalan'ı hedef almıştı. Konferanslarda Öcalan'ı eleştirmeye başlayınca, hedef haline geldi. Öcalan da onun bu durumunu değerlendirmek amacıyla, Bekaa'da zindan konferansı düzenledi. Bu konferansta Mehmet Şener'i vurdutma kararı aldı ve onu Suriye'de öldürttü. Bundan sonra cezaevinden çıkarak, örgüte yanaşan herkese ajan şüphesi ile bakıldı. Bu gelişme cezaevlerinden çıkanların örgüte katılımlarını son derece azalttı."
"Mevcut durumda Türkiye'deki cezaevleri ile ilişki kuramama diye bir sıkıntı yok. Bu ilişkileri kuryeler ayarlamaktadır. Kuryeler genelde cezaevlerindekilerin yakınlarıdır. Cezaevlerindeki intihar eylemleri örgütün zorlamasıyla olmaktadır. Kişinin intihar eylemi yapmaması durumunda ailesinin yok edileceği, kendisine hain olduğunun söyleneceği korkusu verilir. Bu kişiler zaten genelde zayıf kişilerdir. Bazıları da kahramanlık vaadiyle kandırılır."
"Benim değerlendirmem, ateşkes kararı bir tarafın baskın olması, bir tarafın zayıf düşmesinden dolayı alınır. Öcalan'ın ateşkes çağrılarının nedeni, birincisi örgütün askeri ve siyasi alanda karşılaştığı tıkanıklığı aşmaktır. İkincisi ise, Türkiye Cumhuriyeti ve dünya kamuoyunun barışı istiyor görünüp, etkilemektir. Sadece kendisini barış istiyor şeklinde göstermek istemektedir. Öcalan'ın yaptığı barış çağrıları kitle nabzını yönlendirmek içindir. Türkiye Cumhuriyeti barış çağrılarına cevap versin, vermesin dünya kamuoyunda kazanan Öcalan'dır."
"Bunları söylüyorum diye kimsenin benim PKK'nın ideallerinden ayrıldığımı düşünmesini istemem. Ancak, mücadelem Abdullah Öcalan iledir. O bir ruh hastasıdır. Kendisini peygamberden de üstün görmektedir. Öcalan, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'tan çok etkilenmiştir. Onun gibi diktatörce uygulamalar içine girer. Hafız Esad gibi çevresindekileri sürekli olarak küçük görür."