kapat

CUMA 13 MART 1998

Hıncal Uluç (e-posta:uluch@sabah.com.tr )

Öldüresiye çaresizlik..

Düşünün.. Ama derinden düşünün.. Bir evladınız var.. Hasta.. Fena halde hasta.. Ölümcül.. Ama çaresi var.. Anneannem "Allah çaresi olan hastalık versin" diye dua ederdi hep.. Çocuk aklımda hep son bölümü kalırdı lafın.. "İnsan hastalık versin, diye dua eder mi?" diye için için kızardım anneanneme..

43 yaşındaki annem, çaresi olmayan bir hastalıktan gözümüzün önünde eriyip giderken, kolundan devamlı verilen morfinin bile kesmediği acılar içinde inleyerek ölümü beklerken anladım anneannemin aslında bir insan için edilecek en güzel duayı mırıldandığını..

"Allah çaresi olan hastalık versin.."

Ama eksik bugün anneannemin duası..

2000 yılına girerken, çare yetmiyor.. Çareye gücün de yetmeli..

Düşünün biricik oğlunuz, daha yaşamamış, yaşamı tatmamış 1 yaşındaki oğlunuz hasta.. Ölümcül hasta.. Çaresi var..

Ama çare pahalı..

Bebeğin soyadı, Koç, Sabancı olsa yaşayacak.. Ama Sarı Çizmeli Mehmet olursa ölüme mahkum.. Çünkü Sarı Çizmeli Mehmet'in o ilaçları alacak parası yok..

İsyan etmez misiniz baba olarak?..

Bu nasıl ilahi adalet diye..

Bu nasıl dünya düzeni diye..

Babalarının milyarlara varan tedavi parasını bulacak güçleri olmadığı için çocuklar ölüyorlar..

Babaları zengin doğanlar yaşıyor..

Hakkı Devrim Ağabey dalga geçer hep, Küba'yı, Castro'yu övenlerle.. Gittim.. Gördüm.. Küba'da tüm sağlık hizmetleri bedava.. Ameliyat, ilaç, hastane, doktor, herkese bedava.. Ve dünyanın en büyük çocuk hastanelerinden biri de şu anda Küba'da yapılıyor.. Benim de 500 dolar katkımla.. Bu hastane için düzenlenen geceye katıldım, 500 dolarlık biletle..

1 yaşındaki ölümcül hastalıklı bebeğiniz eğer Türkiye'de ise, babasının zengin olması kaydı ile yaşam hakkına sahip.. Baba fakirse eğer, o zaman ülke yanlış.. Dünyanın en fakir ülkesi Küba'da var, fakirin bebeğinin yaşam hakkı, Türkiye'de yok..

Olacak şey mi?..

Oluyor..

Ve Recep Yılmaz'ın 1 yaşındaki oğlu Mustafa ölüyor..

Daha önce yazmıştım.. Sağolun, 2 günde bir milyar lira yatırmışsınız açıkladığım hesaba.. Ama tedavi masraflarının korkunçluğu yanında 1 milyar lira ne ki?.. Uçmuş bile..

Sinem Güven aradı.. Mustafa'yı bugüne dek yaşatan o.. Onun gayretleri..

Tedavi sırasında en korkulan şey, kanda trombositlerin düşmesiymiş.. O başlarına gelmiş. Şimdi hergün trombosit yüklüyorlar. Günlük maliyet 120 milyon lira.. Bu kür 2 ay devam edecek.. Sonra biraz nefes alma, dinlenme molası verecekler Mustafa'ya.. Sonra 2 yıl devam edecek esas hastalığın, löseminin kürü.. Gene 10 milyonlar.. 100 milyonlar..

Recep Yılmaz'ın aylık maaşı bir günlük küre yetmiyor..

Recep Yılmaz çaresiz..

Recep Yılmaz oğlunun ölüme adım adım gidişine şahit oluyor hergün.. Paraya lanet ederek.. 1 yaşındaki bebeklerin yaşam haklarının paraya bağlı olduğu düzene isyan ederek..

Ama ne lanet, ne isyan işe yarıyor.. İşe yarayacak tek şey para.. O da Recep'te yok..

Evlat acısı nedir bilir misiniz?..

Evladının yaşayabilecekken, sırf sen para bulamadın diye ölüme mahkum olduğunu bilmenin insanı nasıl kahrettiğni bilir misiniz?..

1 yaşındaki bir bebeğin, yaşama, oynama, okula gitme, büyüme hakkının parayla satılmasının ne demek olduğunu bilir misiniz?..

Kendinizi Recep'in yerine koyabilir misiniz?.

Mehmet Akif'in Seyfi Baba adli muhteşem şiirinin son iki satırını bilir misiniz?..

"Ya param olsa idi,

Ya hamiyetsiz olaydım!.."

***

Recep Yılmaz

İş Bankası Kemerburgaz Şubesi

No: 144870!..

............

Yarına bırakmayın.. Yarın tatil.. Hemen şimdi uzanın telefona.. Ya da talimat verin sekreterinize.. Hemen.. Hemen lütfen!..

Beyaz.. Bembeyaz!..

Beyaz'ı ilk defa izledim.. Televizyon izlemiyorum. Asıl sebeb bu.. Kanal D'nin Güzeller Yarışması'nda bir mini şovu vardı.. Orda izledim ilk kez.. Ve bayıldım.. Birinci sınıf bir şovmen.. Birinci sınıf bir komedyen..

Gecenin bitmesini istemediğim tek şovu onunkiydi.. Onun için onu geceyi anlattığım yazıya katmadım, ayrı yazı yaptım, zaten.

"Bana hangi harfi söyleyemediğimi soruyordu, durmadan" dedi.. "Söyleyebilsem, söylerim zaten.."

Ve başından sonuna kendi üzerine kurulu bir mizah yaptı..

Komedyenin akıllısı böyle yapar dünyada.. Kendini eleştirdin mi, kendi kusurlarınla, özürlerinle dalga geçtin mi ilk, başkalarını gırgıra alman hoş görülür.

O mini şovda bana takılmasından gurur duydum.. Allah beni, komedyenlerin, şovmenlerin, mizah, hiciv yazarlarının, karikatüristlerin repertuarlarından eksik etmesin.. Mizahçılar size takılıyorlarsa eğer, varsınız demektir.

Beyaz sadece yetenekli değil.. Ve de fena halde yakışıklı..

Kimbilir kaç genç kızın kalbinde sıcak sıcak atıyordur..

Gençler başarmıyorlar mı, bayılıyorum!..

Bir Tavsiye

Kurosawa'ya saygılarla..

Akira Kurosawa Rashomon'u 1951 de yapmıştı.. Büyük Toshiro Mifune, şirin Machiko Kyo ve Masayuki Mori ile.. Film en iyi yabancı film Oscarını aldı ve Kurosawa'ya dünya çapında bir şöhret getirdi.

1964'te Hollywood konuya el attı. Martin Ritt'in filminde kocayı Laurence Harvey, haydutu Paul Newman, kadını Ckaire Bloom oynadı..

1998'de Yeşilçam açtı Rashomon sayfasını.. Fikret Kuşkan, Ahmet Uğurlu ve Jale Arıkan üçlüsü ile..

Ne var ki, Martin Ritt filminde Kurosawa'ya saygılarını açık açık göndermişken, bizim senarist Osman Şahin ve yönetmen Erden Kıral, çocukları bile güldürecek bir iddia ile, senaryonun orjinal olduğun söylediler.

Rashomon'dan almak ayıpmış gibi..

Korkunun Bedeli, unutulmaz bir Henry Clousot filmiydi mesela.. Hollywood yeniden çekerken, filmin jeneriğinde saygılarını sundu, bu ünlü Fransız yönetmene..

Gündüz Güzeli Louis Bunuel'in en güzel filmlerinden biriydi, Catherine Deneuve ile.. Atıf Yılmaz, Müjde Ar'la filmi Kupa Kızı diye yaparken, Bunuel'i saygı ile andı.

Bunlar filmi yeniden yapanları küçülten şeyler değil.. Tersine alkış alır..

Ama sen kalkıp Rashomon'u nerdeyse kopya ettikten sonra "Bu özgün film" dersen komik olursun..

Ben olsam, adından da önce "Kurosawa'ya saygılarla" yazar ve öyle başlardım filme..

Yeni evli bir çift, Telli Baba'ya gider gibi, Zala adlı efsane kadının öldüğü göle giderler, adaklarını suya bırakmak için.. Yol boyu önce bir yaşlı kadın, sonra da bir yaşlı erkek, Zala Efsanesi'ni anlatır.

Osman Bey'in karısıdır Zala.. Ailesini ziyaret için kocası ile çıkar.. Yolda bir Avcı'ya rastlarlar.

Ondan ötesi iki versiyonludur filmin işte.. Erkek, Osman Bey'in ağzından anlatır sanki öyküyü.. Kadın ise Zala'nın..

Erkeğin versiyonunda aç bir kadın vardır.. Avcıyı baştan çıkarır adeta..

Kadının versiyonunda ise, paradan başka şey görmeyen Osman Bey'in zaaflarından yararlanan Avcı'nın Zala'ya tecavüz çabaları..

Aslında bir versiyon daha olmalı, bir de Avcı'nın gözünden anlatılmalıydı olay.. Herhalde fazla uzar diye vazgeçmişler bu üçüncü anlatımdan..

Şimdi bu film çok konuşulacak..

Çünkü içinde bugüne dek çekilmiş en çarpıcı sevişme ve tecavcüz sahneleri var.. Öyle ki, bu sahnelerin gerçek olduğu iddiası oldukça kabul gördü..

Şimdi bu sahneler bu kadar köşeli, bu kadar realist çekilmeli miydi?.. O tartışılacak uzun süre.. Ve bu tartışma da filme herhalde iyi bir gişe yaptıracak..

Erden Kıral'ın öykünün her iki versiyonu için çektiği sahneler yer yer rahatsız edici boyutlara ulaşıyor ve de film sanki bu sahneler için çekilmiş izleniminin doğmasına sebeb oluyor.

Oysa Avcı'da düşünülmesi gereken çok şey var.. Görüntünün çok ötesinde düşünce var.. Ama ne yazıkki film, görüntüye kurban oluyor..

Ahmet Uğurlu da, Fikret Kuşkan da, Almanya'da büyüyen, şimdi Los Angeles'a, Hollywood'a taşınan yeğenim, okuldan sanatçı Jale de çok iyi oynuyorlar..

Jale tip olarak da Zala'ya cuk oturmuş.

Eğer aşırı seks sahneleri sizi rahatsız edecekse oturun oturduğunuz yerde.. Yok eğer "Bana farketmez" diyorsanız, bu çok tartışılacak filmi görün kü, başkaları tartışırken kenarda Fransız olmayın..

Bir de.. Filmde harika görüntüler var.. Kartpostal.. Alman görüntü yönetmeni Jürgen Jürges filmin en başarılı adamlarından..

Arto Tunç, sevgili Arto'nun müziği de enfes.. Sound Track CD'sini herkese tavsiy ederim. Ama filmde o kadar yüksek kullanılmış ki, zaman zaman diyalogları duyamıyorsunuz.

Bilim ve Teknik!..

TÜBİTAK, yani Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu'nun bir dergisi var. Bilim ve Teknik..

1960'lı yılların sonlarında bu dergiyi biz yapardık, Ankara'da.. Biz dediğim Delta Ajans.. Cüneyt Koryürek, kardeşi Atilla, ressamımız Tümer Argın..

Popüler bir bilim dergisiydi hedefimiz.. Okuması yazması olan herkes okuyabilsin ve anlayabilsin..

Aktüaliteyi de izlerdik bir yandan..

Sonra izini kaybettim derginin.. Yıllarca..

Ve geçen gün masamda 1998 mart sayısını buldum..

Uçmuşlar.. Fena halde uçmuşlar.. İçindeki yazıların büyük bir bölümünü anlamak için üniversite öğrencisi olmanız bile yetmez. Bilim adamı olmanız gerek..

Bizim popüler dergiyi halktan koparmışlar.. Üzerinde hala "Popüler Dergi" yazmaya devam ederek..

TÜBİTAK adına derginin sahibi Dinçer Ülkü bu sayıyı elinden geçirsin bakalım alıcı gözle.. Bu mu, popüler!..

Yapmayın.. Kendi kendizi tatmin için dergi yapmayın.. Bilimi halkın, sıradan insanın anlayacağı dille anlatın, sevdirin..

Bu derginin işlevi, görevi bu..

Ama zor değil mi, halk dili ile yazmak..

Polis!..

"Polis uyarılara rağmen, ülkücüleri dağıtmadı.."

atv haberlede bu cümleyi duyunca şaşırdım.. Günlerdir, ülkenin çeşitli kentlerinde yapılan yasadışı gösterileri dağıttığı için polisi eleştiren atv, bu defa bir mahkemeyi, yasalar gereği açık olan bir duruşmayı izlemek için gelen ülkücüleri dağıtmadığı için kınıyor, satır aralarında..

Yoo.. Böyle bir çifte standart uygulamaya kimsenin hakkı yok..

Polis çifte standard uyguluyorsa, onu eleştirelim, eğitelim. Ama sakın ola medya olarak çifte standardı biz öğütlemeyelim.. Polise "Tek standard var. O da yasalar" diye ezberletelim, yasaların varlığını önce kendimiz kabul ederek..

M.Ali Birand'ın dün yazdığı, polisi ve çalışma koşullarını anlattığı yazının altına imzamı koyarım.

Sanırım Sevgili Ali Kırca da okumuştur, M.Ali'yi..

BİZİM DUVAR

O Christian Dior, sen Celine Dion, öbürü de başka bir şey DYO.. Biz de ne yapacağımızı şaşırdık bu durumda.

SEVDİĞİM LAFLAR

Tanrı'yı bilmenin en iyi yolu pek çok şeyi sevmektir.

Vincent Van Gogh

KARADENİZ'DEN

Bir hayli yaşlı olan Fadime ve Temel'e basın mensupları sormuş:

-Kaç yaşındasınız?!

-Seksen yedi, demiş Fadime.. Yüz yaşıma kadar yaşayacağım..

-Ben de seksen yedi, demiş Temel.. Ben yüzbir yaşıma kadar yaşayacağım.

-Neden bir yıl fazla yaşamak istiyorsunuz?.?

-Hiç değilse bir yıl kafamı dinlerim.


© COPYRIGHT 1998 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr