ÇARŞAMBA 05 KASIM 1997
Prof. Bahri Savcı da kaydı gitti dünyadan. Gizli bir yamyamlar aleminde çektiği onca görünmez çileye karşın, kamu örgütlenmesi içinde insan haklarının mihraplaştırılmasını, kendi bilimsel kimliğine kan dolaşımı yapmış bir hukukçuydu.
Meclis'de bir yazımdan ötürü dokunulmazlığım kaldırılırken her karşılaşmamızda, işlenmekte olan hukuk cinayetinden ötürü sade hukuk hocası olarak değil, bir insan olarak da utandığını söylerdi.
83'ünde sona erdi dünyadaki yolculuğu...
TV stüdyolarında bir kaç kez yüzyüze de karşılaştığım Ali Esin'inki de sona erdi. O da 71'indeydi...
Öyle tuhaf bir oyun ki bu, ömür okyanusunun başlangıç kıyısından ufuklara bakarken karşı kıyı hiç görünmüyor. Karşı kıyıya yaklaşırken arkana baktığın zaman ise yola çıktığın kıyı çok yakın görünüyor...
Kapı çalındı.
- Kim o, diye bağırdım.
Tok bir ses;
- Posta, dedi.
Saydam bantlarla üç dört yerinden sarmalanmış kutumsu bir paket tutuşturdu postacı elime...
Paket'in bir kıyısında Otyam yazıyordu.
Fikret Otyam... Yarım yüzyıllık bir dostluğun hergelelik tramplenlerinde hiç yaylanmadan yine de mizah imbiklerinden geçmiş kahkaha serüvenleri...
Paketten koca bir karton kutu, kutudan da kafam kadar üç kırmızı nar, tuvaldeki renginde bir ayva, bir yeşil limon ve üstlerine serpiştirilmiş bebe cevizlerle iki resim albümü çıktı...
Fikret Otyam, Antalya'daki mutluluk bahçesiyle kendi kimliğinden oluşturduğu, canlı paletlerinden birini göndermişti sanki...
Hele meyvaların arasından çıkan albümler...
Albümde kapkara kocaman gözlü, başı çatmalı, bazen de takılı Anadolu kadınları, Anadolu kızları... Sade harman sonu saman yığınları ötesindeki sarı bozkırlar ortamında değil, kupkuru ağaç iskeletleriyle kaybolup gitmiş beyaz kara kış ortamlarında da...
Albümlerden birini Fikret, eşi Filiz Otyam'la paylaşmıştı. Filiz Otyam'ın el tezgahlarında dokuduğu dekoratif, özgün motiflerin fotoğrafları, Fikret'in resimleriyle bir hayatı paylaşır gibi albümü de paylaşıyorlardı...
Yazıları, sanat fotoğrafları ve tablolarıyla Fikret Otyam... Efsaneler beşiği bir yarımada tefrikasının doğadan alıp doğaya armağan ettiği gelincik boyutunda bir akasya, akasya boyutunda bir gelincik... Bir de büyümeden yaşlanmış bir çocuksuluk...
Milliyet'in Pazar ekinde Bülent Ağaoğlu'nun "Düşünce suçtur abiler" başlığıyla düzenlediği yarım sayfalık bulmacayı neredeyse çerçeveletip duvara asacaktım.
Bülent Ağaoğlu yazdıkları şiir, yazı, kitaplardan ötürü "düşünce suçlusu" olarak cezaevleriyle, binbir beladan geçmiş sanatçı, yazar, düşün adamlarından 30 tanesi üstüne koskocaman bir "Kutu-bulmaca" yapmıştı...
İşte sorduğu adlardan birkaçı:
"Kitapları sebebiyle 5.5 yıl hapis yatan 'Hababam Sınıfı' adlı romanıyla gülmece alanında büyük ün kazanan Cide'li şair, hikayeci ve romancının adı?"
"Cezalandırılışını 'Zulüm Makinesi' adlı kitabında anlatan 'Bizim Köy' adlı ünlü eserin yazarının soyadı?"
"Gelenekleri sarsmak, 'sitenin tanrılarından farklı tanrıları yüceltmek ve gençliği yoldan çıkarmak' suçlamasıyla ölüme mahkum edilen Yunanlı filozof?"
Bülent Ağaoğlu, 30 soruluk büyük bulmacasının tepe başlığını da şöyle koymuştu: Hepsi bedelini ödedi.MNe yapacaksınız, bazı ilkel dönemlerde ve bazı ilkel yönetimlerde varmaya özendiğiniz yerlerin bedeli büyük oluyor...