kapat

PAZARTESİ 06 EKİM 1997

MUAZZEZ ERSOY -DİZİ-

Sıfırdan zirveye çıktı

Kasımpaşa'da küçücük bir evde dünyaya geldi. 15 yaşında evlendi, 16'sında anne oldu. 20'sinde boşandı. Düğün salonlarında, gece kulüplerinde şarkı söyledi. İsmi Yıldız Levent'ti. Şimdi, onu herkes tanıyor. Adı da Muazzez Ersoy...

RANA DOĞRUER

Bir varmış, bir yokmuş... Yıl 1958, günlerden 9 Ağustos. İstanbul Kasımpaşa Yenimahalle'deki mütevazı bir evde küçük bir kız çocuğu dünyaya gelmiş. Küçük kıza Hatice Yıldız Levent adını vermişler. Komşu kadın Zehra Hanım küçük bebeği kucağına aldığında, "Bu kız Aslan burcu. Sıkı kız olacak. Görün bak ne büyük yerlere gelecek" demiş de, kimse kadının sözlerini o an için pek öyle ciddiye almamış.

Cibali Tütün Fabrikası'nda çalışan Fatma Hanım, kamyon şoförü Yaşar Bey, küçük kızları dünyaya geldiğinde çok ama çok sevinmişler. Levent Ailesi'nin bebeklerine çalıştıkları için teyzesi bakmış. Çok yaramazmış Yıldız. Kızlardan çok erkek çocuklarıyla arkadaşlık edermiş. Bir de şarkı söylemeyi çok severmiş.

Kolonya şişesi mikrofonu, masa örtüsü sahne kıyafeti olurmuş evde kimsenin olmadığı zamanlarda. Biraz daha büyüdüğünde teyze evinden baba evine gelmiş. Okuldan döndüğünde annesinin uzun bir sicimle boynuna astığı anahtarıyla kapıyı açar önlüğünü çıkardığı gibi masa örtüsünden sahne kıyafetini giyer komşularına "Çılgın kız yine konsere başladı" dedirtirmiş.

İlk mikrofonu şişeden

Küçük kız artık gelişip, güzelleşmeye başladığında aşık olmuş. Anne babası da 15 yaşındaki kızlarının evlenme isteğine ses çıkarmamışlar. 16 yaşında da anne olduğunda hâlâ hiçbir şeyin farkında değilmiş. Küçük anne evliliğini yürütememiş ve ayrılmış... Kucağında küçük bir bebek ve çok genç bir kadın...

O günlerden bugüne çok şeyler değişti. Yıldız Levent, Muazzez Ersoy oldu. Elindeki kolonya şişesinden oluşan hayali mikrofonu da, gerçeğe dönüştü. Buraya kadar masal gibi özetlediğimiz yaşam hikayesini, bir de, Muazzez Ersoy'un kendisinden dinleyelim.

"Ben çingene değilim"

Daha önce telefonda dahi merhabalaşmadığım Muazzez Ersoy ile Etiler'deki, sahibi olduğu "Levent Müzik Yapım"da bir araya geldik. Sohbetin ilk yarım saatinde, oturduğu koltuk ona dar geldi.

7 yıldır sanatçının basın danışmanlığını yapan Sertip Gücün, "Onunla röportaj yapmak kadar zor bir şey yoktur. Gel, tanış çok seversin. Oturur saatlerce seninle sohbet eder ama iş habere, röportaja gelince gerer de gerer kendini. Ağzından kerpetenle laf alırsın. Oflar poflar kendini de bunalıma sokar. Hiç sevmiyor reklam işlerini. Zordur onunla haber yapmak" demişti.

Gerçekten söyledikleri çıkıyordu Sertip'in. Ersoy, sorularıma kısa cevaplar veriyor ya da "Boş ver bu soruyu" diyerek geçiştirmeye çalışıyordu. Bir süre içten içe karşılıklı mücadele verdik. Beni daha önce tanısaydı belki direkt "Boşver ya. Ben röportaj yapmak istemiyorum" diyecekti ama onu da diyemedi, bayağı sıkıldı. Doğrusu beni de kısa bir süre de olsa zorladı.

Yavaş yavaş aramızdaki sis tabakası dağılmaya başlamıştı. Ta baştan, doğduğu evden başladık Muazez Ersoy'u yani Yıldız Levent'i tanımaya... İlk sözü de şu oldu: "Kasımpaşa'da doğdum. Bunu hangi gazeteciye söylesem gözlerinde 'Çingene mi acaba?' sorusunu görürürüm. Ne olur yani çingene olsam da olmasam da. Değilim ama onu da söyleyeyim de!"

Annem çok otoriterdi

Konuştukça açılmaya başladı Muazzez Ersoy ve gerisi kendiliğinden geldi:

"Küçük mahallede, mütevazı, iki katlı, köhne bir evde büyüdüm ama fakirlik çekmedik. Hani klasik, sonradan şöhret olanların diline doladığı gibi aç da kalmadık Allah'a şükür. Ama durumumuz şimdiki gibi değildi tabii ki. Annem ve babam çalıştığı için beni uzun süre teyzem büyüttü. Annem çok otoriter bir kadındı. Dile kolay tam 28 yıl Cibali Tütün Fabrikası'nda sigara kutularını kesti. 28 yıl. Az değil değil mi? Bir ömür, bir kadının gençliği geçmiş fabrikada, hem de üç kuruşa.

Belki çalışma hayatı onu bu kadar sert yapmıştı. Ben daha çok babacığımla arkadaştım. Şofördü. Kamyon, dolmuş ne kadar 4 tekerlek varsa hepsinde çalıştı. Annem gibi sert, dediğim dedik bir otoritesi yoktu, onunla ne çok şey paylaşmışımdır, ne tatlı, gizli gizli özel şeyler konuşurduk. Yaramazlık yaptığımda annemin kızacağını bildiğimden hep ona sığınmışımdır. Bu yaşa geldim hâlâ babamın kokusunu özlerim, canım benim güzel babacığım burnumda tüter. İkisi de 20 gün arayla beni terk ettiler. Ölürken bile birbirlerini yalnız bırakmadılar. Dilerdim ki onları daha iyi yaşatayım, daha güzel evlerde oturtayım.

İlk daha yeni yeni elim para gördüğünde koştura koştura onlara götürürdüm. 'Alın güzellerim, harcayın. Sakın kısıtlı davranmayın. Bol bol daha gerisi gelecek. Canınız ne çekerse alın. Saçma sapan da harcayın. Para artık var.' Hemen onlara Kurtuluş'ta güzel bir daire satın aldım. Aldım almasına ama annem gitmek istemez, mutsuz.

Hep Kasımpaşa'yı özledi

Anacığım eski evini özler. Hak da verdim o zaman ona. Kasımpaşa'daki mütevazı evimize gelin gitmiş. Benim gibi o da küçücükken evlenip o evin içinde büyümüş. Özlüyordu tabii ki evini, özellikle de komşularını. Ama o ev eskiydi. Kışları odun sobasında ısınmalarını, saatlerce banyonun yanmasını bekleyip titreye titreye yıkanmalarını istemiyordum. Madem artık kazanıyordum onları da rahat ettirmek evlat olarak görevimdi.

Annem ise emekli olduktan sonra oturduğumuz eski muhitimiz Kasımpaşa'nın daha da bir keyfini alır olmuştu. Kapı önüne atılan minderlerle, sandalyelerle uzayıp giden sohbetlerin tadı benim bile damağımdadır. Komşunun pişirdiği bir tencere yemek tabak tabak dolaştılırıldı.

Soframız alüminyum ya da o zamanlarda kullanılan bakır çukur tabaklarda komşulardan gelen yemeklerle donanırdı. O zamanlar öyleydi bir tencere yemek pişirildi mi bir tabak da komşuya gönderildi. Bizde pişen yemek komşuda komşuda pişen mutlaka soframızda tadılırdı.

'Komşularımı istiyorum'

Hele Ramazanlardaki gecelerimizi, mahallemizin keyfini hiç ama hiç unutamam. İşte annem bu sevgi dolu komşuluklar yüzünden onlar için satın aldığım eve taşındıktan sonra hep söylendi, hep özlem duydu eski evine. 'Ben burada komşu bulamıyorum. Kapı önünde kimse oturmuyor. Mahallem daha güzeldi. Böyle lüks istemiyorum, komşularımı istiyorum' dedi.

Ve her gün lüks dediği evden kahvaltı bile etmeden sabahın köründe fırlayıp Kasımpaşa'ya komşularına gitti, akşamın karanlığında bir türlü aradığı sıcaklığı bulamadığı yeni evine geldi.

Dilerdim ki onları daha iyi yaşatayım. Kısmet olmadı, ömürleri yetmedi. Ama gözleri arkada kalmadığına inanıyorum, az da olsa kızlarının bir yerlere geldiğini gördüler, inandılar benim başaracağıma. Bu bile bana yetiyor, gönül bu günlerimi de görmelerini isterdi ama olmadı işte..

Acelem varmış gibi evlendim

Nerde kalmıştık. Daha 15 yaşına yeni girmiştim. Belki de 14.5 tam bilemiyorum. Artık okulu da bırakmış çalışmaya başlamıştım. Tezgahtarlık yapıyordum. Teyzemin kızı evlenecekti. Erkek evine çeyiz bohçasını götürmeye gittiğimde çocuğumun babası ile tanıştım.

'Kız aklı su aklı' derler ya aklım kaydı gitti o delikanlıya. Kısa bir arkadaşlık ve arkasından evlenmeye karar verdik. Annemle babam hiç karşı çıkmadılar. 28 Ocak l976'da Çarşamba günü saat 14'de çok acelem varmış gibi evlendim. Hatta küçük olduğum için benim yerime babam nikah defterine imza atmıştı. Annem ve babamla birlikte yaşamaya başladık.

Eşim araba ve makineleri boyuyordu. İşi buydu. Askerden gelmiş benim yaşıma göre koca adamdı. Ben ise karnı burnunda 15.5 yaşında aklı hâlâ sokakta, oyunda olan bir çocuktum. Kocam işe gider ben ise hamileliğimi önemsemeden kendimi arkadaşlarımın yanında misket oynarken bulurdum.

O kadar küçük ve çelimsizdim ki bir kadın olarak vücudum doğuma da müsait olmadığı için oğlumu çok zor doğurdum. Doktorum anneme 'Çok rizikolu olmasına rağmen ender sayılabilecek bir doğum yaptı' demiş.

Ender doğum yaptığımı söyleyen doktor oğluma isim arama derdimize son vermişti. Oğlumun adı Ender oluverdi. Oğlum oldu ama ben hâlâ kendimi anne gibi hissedemiyordum. Akşamları yatağa giren bir koca ve yatağımızın kenarındaki beşiğinde devamlı ağlayan bir bebek vardı.

Sabah olunca koca evden işe gidince yine çocuk oluyordum. Sokaklarda anne olduğumu unutup çelik çomak oynuyordum. Ta ki akşam olana dek.

YARIN: İsmi nasıl değişti?


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr