Şu günlerde birileri basına kafayı fena takmış durumda. Televizyonlara baskınlar düzenleniyor, kurşunlanıyor, gazetelere saldırılar düzenleniyor. 32. Gün de bu baskılardan payına düşeni alıyor.
Hatırlarsınız bir süre önce Şanar Yurdatapan'ın iki itirafçıya sahte pasaport temin ettiği iddiası ile tutuklanmıştı. Şu günlerde biz de bir başka itirafçı olayı ile karşılaştık.
Geçtiğimiz hafta adını yaptığı açıklamalarla duyuran bir itirafçı 32. Gün ekibini aradı. Elinde önemli belgeler olduğunu ve bize vermek istediğini söyledi. Normal bir gazeteci refleksi olarak "görüşelim" dedik, itirafçıya "Buyrun 32. Gün bürosunda buluşalım" teklifini yaptık. Ancak "Başka bir yer olsun denilince" bizim çocuklar büroya yakın sık sık gittikleri bir çay bahçesini uygun gördüler.
İtirafçı ile çay bahçesinde buluşuldu. Devletin çok güvendiği bu itirafçı şimdi devlete karşı olduğunu söylüyordu. Kullanıldığını, öç almak istediğini ve her şeyi anlatmak istediğini belirtiyordu. Ortaya attığı iddiaların ipe sapa gelir yanı yoktu. Söyledikleri akıl alır gibi olmadığı anlaşılınca bizim çocuklar "Elinde belge var mı?" diye sordular. İtirafçı ise elinde belgeler olduğunu bunları satmak istediğini ya da sahte pasaport ve bunun gibi yollarla yurtdışına kaçmasına yardımcı olup olamayacağımızı sordu. Bizimkilerin cevabı kesin bir "hayır" oldu. 32. Gün yapımcıları kendisine net olarak "32. Gün'ün hiçbir belgeyi para karşılığı satın almayacağını ve hiçbir illegal işle ilişkilerinin olamayacağının" altını çizdiler. Ancak bu görüşme sırasında dikkatlerini bir başka şey çekti. Görüşme yaptıkları çay bahçesinin bir kaç metre uzağında park edilmez bölgede siyah camlı büyük beyaz bir jip duruyordu. Üstelik her gün uğradıkları çay bahçesinde esrarengiz kılıkları ve cep telefonları ile oturan esrarengiz birileri sanki uzaktan uzağa onları izliyordu. Bizim çocuklar konuşmayı daha fazla uzatmadılar ve itirafçıyı uğurladılar. Ancak giderken de itirafçı sürekli bizimkilerle el sıkışıp, öpüşmeye çalışıyor, sanki biraz ileride duran jipe doğru uygun pozlar veriyordu.
İtirafçı gidince bizim çocuklar etraftakilere ve tanıdıkları esnafa sorular sorup çay bahçesindeki yabancıların ve siyah camlı beyaz jipin kimliğini öğrenmeye çalıştılar. Ve anlaşıldı ki jip ve diğerleri buluşma gerçekleşmeden yarım saat önce çay bahçesine gelmişlerdi. Üstelik tanıkların anlattığına göre jipin içinde bellerinde silahlar olan 3 kişi bir kaç dakika önce girmiş ve siyah camların ardında, öğle sıcağı olmasına rağmen bir daha da dışarı çıkmamışlardı.
Bu durum açığa çıkınca bu sefer bizim çocuklar biraz ileride bütün olan biteni görüntüleyen kameraman arkadaşlarını yanlarına çağırıyorlar. Bu sefer esrarengiz jipin ve etraftaki diğer esrarengiz müşterilerin uzun uzun görüntülerini alma sırası bizimkilere geliyor. Gelin görün ki ne jipin içinden birileri çıkıp "Ne çekiyorsunuz?" diyor ne de çay bahçesinde oturan diğer "esrarengiz" müşteriler buna müdahale ediyor. Çocuklarda işlerini bitirip büroya dönüyorlar.
Anlaşılan o ki birileri gazetecileri ve 32. Gün ekibini hazırladıkları tezgahlara alet etmeye çalışıyorlar. Ne yapmaya çalışıyorlar, nereye varmak istiyorlar bilinmez... Uzun zamandır tehdit telefonlarına, takiplere, büromuzun önünde bekleyen esrarengiz kişilere alışmıştık ancak ilk kez böylesine bir eylemle karşılaştık. Bakalım önümüzdeki günlerde biz ve diğer gazeteci arkadaşlarımız daha nelerle karşılaşacağız.
Özürlü çocuk sahibi aileler, zihinsel engellilerin eğitim ve rehabilitasyonunda uzmanlaşmış doktor, psikolog ve eğitimciler bir araya geldiler ve ZEREV'i (Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon ve Eğitim Vakfı) kurdular.
Maltepe Belediyesi, vakfa 3 bin 200 metrekarelik bir yer tahsis etmiş. Bu insanlar da kolları sıvayıp, inşaat hazırlıklarına girmişler.
Bu girişimin önemini anlamak için ülkemizdeki özürlü vatandaşlarımızın 7 milyonu bulduğunu, sadece zihinsel engellilerin 2 milyona ulaştığını, devletin ise parasızlıktan bu insanlarımıza yetişemediğini bilmek yetiyor.
ZEREV kendi imkanlarıyla bu bahtsız yavrulara destek vermeye çabalıyor. 14 Haziran Cumartesi günü 10.00-18.00 arasında Erenköy'deki Marmara Yelken Kulübü'nde bir kermes düzenliyorlar. Toplanacak paralarla inşaata başlanacak. Ayrıca da desteğe ihtiyaçları var.
ZEREV'in telefon ve faksları şöyle: 0216 366 70 81. Hesap numaraları: Vakıflar Bankası-Feneryolu Şubesi ZEREV Vakfı 2021162.
Bravo doğrusu...
Aslında bunu beklemek gerekirdi. Ancak, son aylardaki tutumunu unutturmak isteyebilecek bir Meclis'in hiç değilse Susurluk konusunda harekete geçeceğini sanmıştım.
Nerede?
Meclis'in saygıdeğer üyeleri koskoca dosyayı kapattılar.
Aslında söylenecek hiç laf yok.
"Konu adalete devroldu" deyiverdiler ve bitti...
Ancak yine de başaramayacaklar.
Susurluk'u unutturamayacaklar.
Bu ülkenin bir hukuk devleti olması ve bir takım geri zezakı yetkililerin kendi kafalarına göre mafya ile işbirliği yapıp, sözde vatan uğruna adam öldürtmelerinin artık önüne geçilmesi gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bazı üyeleri bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. Aralarında masum insanların da bulunduğu kişileri öldürtenleri korudular.
Hem bu ülkenin milletvekili olamayacaklarını açıkça gösterdiler, hem de Susurluk gibi, bu ülkenin karınlık geçmişini temizleyecek bir olanağı yok ettiler.
Yazıklar olsun sizlere.
Allah'tan aranızda bir avuç onurlu insan var da, Meclis'in tümü bu korkunç damgayı yemekten kurtuluyor.
Paul Henze'yi tanımayanınız yoktur.
Adının ilk duyuluş şekli, CIA'nın Türkiye'deki istasyon şefi olmasıyla başlamış, ancak asıl önemlisi 1980'lerde Washington'da Milli Güvenlik Konseyi'ndeki çalışmaları, ardından da 16 yıldır resmi bürokrasi dışındaki bilimsel çalışmalarını sürdürmüştür.
Henze Türk dünyasını ve Türkiye'yi çok iyi tanıyan önemli bir isimdir. Ben de gazeteci olarak yıllardır çeşitli konferanslarda Henze ile karşılaşmışımdır. Değerli çalışmalarını ilgiyle izlemişimdir.
12 Eylül Saat: 04.00 adlı kitabımı yazarken Henze ile de bir söyleşi yapmıştım. Bana, 12 Eylül dönemiyle ilgili Washington'daki gelişmeleri anlatmış ve ünlü anısını tekrarlamıştı. Buna göre, Ankara'dan Türk askerinin müdahale ettiği haberi gelince, Kennedy Center'da bulunan Başkan Carter'a hemen haber ilettiğini ve "Our boys did it" (bizim çocuklar yaptı) mesajını verdiğini anlatmıştı. Ben de kitabıma bu anektodu almıştım.
Kitap 1984 yılında yayınlandı ve bugüne kadar 10'a yakın baskı yaptı. Ardından Brassey's (Londra) İngilizce olarak yayınlandı.
Aradan bunca zaman geçtikten sonra, Paul Henze, geçenlerde Güneri Cıvaoğlu'nun DURUM programında bu anektodu yalanladı. BAna da aynı şeyi söyledi ve "Beni yanlış anlamışsın. Ben böyle bir söz etmedim. Bana askeri müdahale haberini veren 'boys in Ankara did it' (Ankara'daki çocuklar yaptı) dedi" diye yalanladı.
Doğrusu şaşırdım. Zira bana bu anektodu anlattığı günün notlarına baktım, aynen öyle... Henze, Türk basınını, Türkiye hakkında çıkan kitapları yakından izleyen kişidir. Kitapları okumamış olmasına ihtimal veremiyorum. Arada geçen 12 yıl süresince de defalarca karşılaştık, hiç sözünü etmedi.
Henze'nin bu anısını şimdi değiştirmesinin nedenini anlayamadım, gitti.
Melike Demirağ'ı özlemeye başlamıştık ki, birdenbire sesi duyuluverdi. Gencebay tarafından piyasaya çıkarılan RUHLAR ŞEHRİ adlı CD ve televizyonlarda gösterilmeye başlanan klibi nefis şarkılarla dolu. Melike Demirağ'ın kalitesi bu yeni çalışmasıyla yine kendini gösteriyor.