kapat

3 MAYIS 1997 CUMARTESI
Hıncal Uluç
Her şey olabilirsiniz ama...

Afife Jale Ödül Töreni'nde, sahnedeki dev ekrana Atatürk'ün dakikalarca alkışlanan bir sözü bindi..

"Efendiler, milletvekili, bakan, hatta başbakan olabilirsiniz, ama sanatçı olamazsınız.."

Efendim, Müjdat Gezen rivayet ediyor ki, Atatürk bu sözü, Devlet Tiyatrosu'nun bir oyununu izledikten sonra gittiği kuliste oyunculara söylemiş..

Bizim Kilis'te "Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini" diye bir laf vardır. Tiyatrocuları eleştirmek için kafa yormanıza gerek yok. Birbirleri hakkında söylediklerine kulak verin yeter..

Şimdi bu tür bünyesel hicivlerin en ağırının altında imzası olan Müjdat Gezen günah çıkarmaya karar vermiş sonunda..

"Bu mesleği birbirini seven, birbirini destekleyen kişilerden oluşturmanın temelini atmaya karar verdik" diyor..

Birinci şahıs çoğul.. Kimler karar vermiş?..

Müjdat Gezen Sanat Merkezi.. Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu ve Osman Gazi Belediyesi el ele vermişler ve 5-10 Mayıs tarihleri arasında Bursa'da bir tiyatro şöleni düzenlemişler..

Bu ülkede belli başlı ne kadar tiyatro okulu varsa, öğrencilerini birer oyunla davet etmişler.. Akşam oyun, ertesi gün hep birlikte oyunun tartışması.. Tabii eğlenceler, oyunlar da cabası..

250'ye yakın tiyatro öğrencisini bir araya getirecek şenlik.. Başarırlarsa her yıl devam edecekler..

Birbirlerini daha okul döneminde tanıyan gençlerin gelecekte bu dostlukları perçinleyeceklerini düşünüyor Müjdat.. Mesleki dayanışmanın temeli, kaynakta atılacak böylece..

Bir projesi daha var..

"Bütün ilkokullara tiyatro dersi konmalı" diyor.. Hani 8 yıl olacak temel eğitim var ya.. Ona.. Amaç tiyatrocu yetiştirmek değil tabii.. Çocuk yaşta tiyatroyu öğrensin, sevsin yeter..

Onu dinlerken çocukluğum aklıma geldi.. Bu ülkenin en yeteneksiz insanlarından biri olduğum halde (Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur, demiş G. B. Shaw, hatırlayın) daha ilkokuldan itibaren sahneye çıkmaya başlamıştım. Monolog okuyarak.. Selam verirken, salondan gelen alkışlardan aldığım hazzı, hayatta bir daha hiçbir şeyden almadım. Sonra Reşat Nuri'nin Vergi Hırsızı'nı sahneye koymuştuk. Ben başroldeydim. Geri kalan herkes benden iyi oynamıştı, çok iyi hatırlarım. Peki niye ben başrolde.. Çok iyi öğrenciydim, edebiyat hocalarım beni çok severlerdi de ondan.. Sevgi torpili..

50, 60'lı yıllarda, Ankara Koleji, her sene müthiş oyunlar sahneye koyardı..

Pınar Kür yazardı.. Esen Ünür başrole çıkardı.. Bozkurt Kuruç gelip sahneye koyardı..

Robert Kolej, sahneye koymakla kalmaz, bir de turneye çıkar, Ankara'ya gelirdi, Engin Cezzar'ın yönettiği muhteşem oyunlarla..

Ne oldu, o ilkokul müsamereleri.. Ne oldu, o lise tiyatroları..

Unutuldu mu, yoksa hala yapıyorlar da kimsenin haberi mi olmuyor?..

Tiyatro sevgisini ilkokulda vermezsek, adamı 40 yaşında tiyatro seyircisi yapmak öyle zor ki!..

"İlkokullara Arapça dersi koyalım mı koymayalım mı" tartışmasının yapıldığı günümüzde, hem de Mehmet Sağlam gibi bir bakana "Tiyatro dersi" önermek..

Müjdat'ın hayat boyu en büyük komikliği bu herhalde..


Bravo Uğur!..

Maçtan sonra eve geç döndüm, bu yüzden seyredemedim. Ertesi gün herkes onu konuşuyordu. Uğur'dan bir kasedini istedim..

Mustafa Denizli'ye yapılan çirkin saldırıyı görüntüleyip Arena'ya yetiştirmişler o gece..

Uğur, alkışlanacak bir yorumla sundu bu dehşet görüntülerini tekrar tekrar..

Ve ben düşündüm..

Polisi düşündüm.. Bir milli takım teknik direktörü en güvenli olması gereken yerde, kendi mabedinde böylesine bir cinayet teşebbüsü ile karşı karşıya kalabiliyorsa, orada polis ne işe yaramakta, hangi görevi yapmaktadır?..

Uğur Dündar'ın "Dehşet" görüntülerini, İçişleri Bakanı Meral Akşener'e ve Futbol Federasyonu Başkanı Şenes Erzik'e ithaf ediyorum!..

Kesin mücadele zamanının çoktan geldiğini belki fark ederler diye..


Kızmıyorum, daha çok acıyorum..

İçimden sadece acımak geliyor.. Belli mutsuz.. İki günde bir benden bahsediyor.. Her defasında nasıl gıpta ettiğini hissediyorum. Benim yerimde olmak için içi gidiyor belli. Ama olamıyor. Yerimde olması için Hıncal olması gerek. Hıncal olmak da kolay değil. Bu yüzden her fırsatta saldırıp içini rahatlatıyor, ama imzasını atamıyor, sahte imzaların başkalarının adlarının arkasına sığınıyor.

Gözcü Gazetesi editörlerinden birinden söz ediyorum. (Keşke Sevgili Dostum Rahmi Turan, beni ona anlatsaydı..)

Beni bu defa sağ olsunlar birinci sayfaya çıkarmışlar. Bir meslekdaşlarını aşağılamak için çırpınarak.. Davetli kalabalığının arasından sıyrılmışım, Kübalı mankenin yanında yer almışım. İngilizce birbirinden güzel iltifatlar yağdırmaya başlayınca, kız çevresindekilere "Bu yaşlı adam kim?" diye sormuş.. Dikkat buyurun "Bu adam kim?" dememiş, "Bu yaşlı adam kim?" demiş. Bir gazeteci "Hıncal Bey yazar ve güzel kadınlara dayanamaz. Sizi de güzel bulmuş ki yanınızdan ayrılamıyor" demiş.. Sonra Kübalı esmer manken bir özel araba ile balodan ayrılmış..

Yazının altında Sevgili Dostum Meftun Olgaç'ın imzası var. Meftun böyle aptalca yalanlar yazmaz. Yazmaz çünkü, onda Hıncal kompleksi yoktur.

Hakkımda yığınla yazdı, bana gıpta eden umutsuz adam. Onun için üzüldüm, kendi adıma güldüm geçtim. Ama bu defa şaka düzeyini de aştılar.

Hıncal'ı bilen bilir..

O, hayatı boyunca tanıştırılmadığı hiç, ama hiçbir kadına hitap etmemiştir.

O gece oraya, Havana purolarının bir promosyonuna katılmak üzere İstanbul'a gelen, Küba gezisinden tanıdığım üstelik bir değil, üç manken arkadaşımla geldim. Gene onlarla birlikte çıktım. Ertekin'in, Kuru Fasulye Gecesi'ne katıldık, hep birlikte keyifle yemek yedik. Bana gıpta eden editör arkadaşım beni ararsa, kızlar daha burdalar, bir gece yemeğe onu da davet ederim. Uzaktan bakıp saldırma yerine, yanımıza oturup konuşur belki o zaman.

İki insanı, ayrı cinsten iki insanı yanyana görünce akıllarına, hemen ve ille de belden aşağısı gelenlerin, beyinlerde başlayan arkadaşlıklar hakkında pek fikri olmuyor.

Pazartesi akşamı da, bir başka arkadaşım Hande Ataizi ile Afife Jale Ödül Töreni'ndeydik. Çarşamba akşamı, Solmaz Sporel Harris Bar'da şirin bir doğum günü partisine davet etti bizi.. Perşembe akşamı gene Hande'yle ve Kübalı dostlarla Çiğdem Simavi'nin gururu, Dekorasyon Fuarı'na gittik. Bu hafta sonu vakit bulun Çırağan Sarayı bahçesindeki bu güzelliği görün mutlak. Ardından Ertekin'in doğum gününe katıldık. Sevgili editör arkadaşım beni ararsa, bundan böyle nereye kiminle gideceğimi bir program içinde bildiririm ona..

Bu arada.. Gene başkaları saçma sapan şeyler yazarlar, onu da ben anlatayım..

Böyle yerlere son üç yıldır genelde hep Didem'le gittiğimi bilenler özellikle "Peki o ne oldu" diyebilirler.

Didem'i üç yıl evvel, Sinem Güven'i geçip birinci olduğu Fuar Güzeli Yarışması'nın ardından Aktüel'de yaptığım bir röportaj dolayısı ile tanıdım. Mersin'den İstanbul'a yerleşmeye, manken olmaya geliyordu. Çok şeker bir kızdı, ama çok ürkek ve çok güvensizdi. Ona yardımcı olmaya karar verdim.

Sabırlı, azimli, dayanıklıydı. Bu sayede pek çok sorununu çözümledik. İstanbul'u, dünyayı tanımasına katkılarım oldu.. Sonra birgün uzayan bu arkadaşlığımızın, ikimizi, özellikle onu yıpratmaya başladığını farkettim.. Bana kızanlar, Didem'i üzebilecek şeyleri çekinmeden söyler, yazar olmuşlardı.

Zor ama, doğru olduğuna inandığım kararı verdim. Didem kafa dengi, harika bir arkadaştı. Onunla gezip tozmak zevkti. Toplum içinde prenses gibiydi. Onunla görünmek gururdu. Bu yüzden karar vermem zor oldu.

İçimi rahatlatan bir şey var. Mersinli ürkek kız çok mesafeler aldı. Şimdi iki ayağının üzerinde kimseye yaslanmadan durabiliyor ve kendi kanatları ile uçabiliyor.

Yolu açık, yaşamı mutlu olacak.. Biliyorum.. Diliyorum!..


Mangia!..

Dediğim çıktı.. Mudo'nun Carrefour'da açtığı o çok şirin Mangia'nın anlamının "Yemek ülkesi" olabileceğini söylemiştim. Fransızca Manger (Yemek) fiili ile, ia, ya, ülke adı ekinin bir araya gelmesi ile oluşturulmuş bir sözcük.

Önce Hikmet Mizanoğlu'dan geldi, sonra yığınla e-mail ile.. Mangia, İtalyanca emir kipi.. Ye.. Anlamına.. Sen ye, derken Mangia diyorlar.. O yesin, derken de Mangia diyorlar.

Sevmedim. İtalyancası bu olabilir, ama ben, Mangia'nın tıpkı Tatilya gibi, Manger, Yemek fiilinden üretilmiş "Yeme Ülkesi, Yemek Ülkesi" anlamına bir sözcük olduğunda diretiyorum.

Siz de bakın.. "Ye" mi güzel, böylesine şirin bir yere ad olarak, yoksa "Yemek Ülkesi" mi?..

Yemek emirle değil, keyifle yenir de..


Bizim Duvar

Bizim demokrasinin tiki de Bülent Ecevit..

Hakan/Utku


Sevdiğim laflar

Kişi, kendi hatasını "tecrübe" diye geçiştirir.

Oscar Wilde


Karadeniz'den

Küçük Temel yeni sözlük almış, babasına gösteriyor,

- Tam kırk bin kelime!

- Sakın ha, annene gösterme!Her şey olabilirsiniz ama..


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.