kapat

11 NISAN 1997 CUMA
Hıncal Uluç
Bir salyangoz var gerçekten!..

Ne güzel bir geceydi, Zorba'da..

Sony Türk ve Sony Yunan, ortaklaşa bir Türk-Yunan Müzik Gecesi düzenlemişlerdi..

Zaten iyice birbirine karışmış Türk ve Yunan şarkılarını okuyordu, sahneye gelenler.. Masalarda Atina'dan gelen konuklarla Türk sanatçılar bir aradaydılar..

"Politikacıların yapamadığını biz yapacağız.. Türk-Yunan dostluğunun alevlerini biz kültürde, sanatta ateşleyeceğiz" diyorlardı..

Masalardan birinde Hasan Cihat Örter'i gördüm.. Ahmet Kurtaran keşfetmişti onu.. Ve de sunmuştu, Modern Folk Üçlüsü'ne alıp.. Harika bir çalışma yapmıştı, Reformation diye.. Sony, 17 ülkede piyasaya çıkarmıştı, Türk Müziği'nin çağdaş müzik kuralları içinde reforme edilmiş bu güzel örneklerini.. Özellikle yurtdışına giden, yurtdışında yaşayan her dostuma bir tane hediye ediyor, her eve gidişimde bir kez dinliyordum en az..

Ertekin, Parizyen cafesinde yalnız Fransız müziği çalma geleneğini bu CD için bozmuştu..

Çağrı genç bir şarkıcı.. Pavarotti gibi sesi var.. Bir Yunan besteci ile ortak çalışmalar yapmış..

Şarkılarını söylüyor.. Hasan Cihat kalktı masasından.. Ağzında piposu.. Piste yürüdü..

Çağrı'nın yanına geldi.. Elinden mikrofonu aldı..

"Burada Müslüman mahallesinde salyangoz satıyoruz" dedi, küstah bir eda ile.. Ve çekti gitti.. Terketti geceyi..

Buz gibi oldum masada..

17 yabancı ülkeye Türk Müziği'ni sunarken, o ne satıyordu o zaman, Hıristiyan mahallesinde.. Zemzem suyu mu?..

10 dakika sonra Fedon aldı mikrofonu eline.. "O arkadaşa katılmıyorum.. Müziğin dili, dini, ırkı, milleti, mahallesi olmaz.. Do, dünyanın her yerinde do'dur" dedi.. Dedi ama, içimdeki ezikliği alamadı..

Hasan Cihat böyle bir şeyi nasıl yapar diye düşündüm uzun uzun ve birden hatırladım.. Recep Tayyip Erdoğan'ın Belediye Orkestrası'nın maaşlı elemanıydı.. Pazartesi günü, patronlarına gidip, Yunanlılar'a ve Yunan dostlarına ağızlarının payını nasıl verdiğini anlattığında, herhalde yerini ve maaşını nasıl sağlamlaştıracağını düşünüyor olmalıydı.

Öfkeyle eve döndüm.. Müzik setinde piyasaya çıktığı günden beri takılı duran Reformation'un CD'sini alıp çöpe atmak geldi içimden..

Sonra düşündüm..

Günah müziğin değildi ki.. Bu müzik, bu kafaya layık değildi, ne yazık!..

Ahmet Kurtaran, bu çağdışı kafayı, Modern Folk Üçlüsü'nden derhal uzaklaştırmalı..

Bu isme 30 yılımızı verdik biz..

30 yıl dünyanın dört bir yanında, dostluğun, kardeşliğin, sevginin, barışın türkülerini söyledik.. Malezya'dan Meksika'ya, Kudüs'ten Moskova'ya kadar..

Ne Hıristiyan, ne Yahudi, ne Budist, ne dinsiz mahallesinde zemzem sattığımızı düşünmeden..

Bu çağdışı kafanın, adı çağdaşlığı simgeleyen "Modern" sözcüğüyle başlayan grubumuzda bir saniye daha yeri yok!..


Bu filmi kaçırmayın sakın!..

"Filmin en iyi oyuncusu Tom Cruise değil" dedi, Dr. Ahmet Kurtaran..

"Değil tabii" dedim.. "O Oscar'ı kaybetti, ama Cuba Gooding, JR aldı."

"Ben onu da kastetmedim" dedi, Ahmet.. "Filmde beş yaşında bir velet var.. Asıl harika oyuncu o.."

Ertesi akşam gittim filme ve Jonathan Lipnicki'yi, o beş yaşındaki veleti tanıdım.. Gerçekten harika oynuyordu Jonathan, o kocaman kocaman gözlükleri ile..

Daha ertesi akşam Mustafa Denizli Hoca'ya rastladım Ertekin'de..

"Jerry Maguire'i gördün mü" dedi, bana..

"Gördüm" dedim.. "Asıl sen gördün mü?.. Bu filmi görmen bazı şeyleri hatırlamana sebep olabilir!.."

Altını kalın kalın çizdiğim bir laf vardı filmde.. Başarının sırrını anlatan..

"Riske etmek ve dayanmak!.."

Riske girmeden, herhangi bir şeyi riske etmeden başarmanın yolunu kimse keşfetmemişti henüz.. Bu yüzden riske girmekten çekinenler, hep bırakıldıkları yerlerde otlar, bir adım ileriye gidemezlerdi..

Ama yalnız riske etmek yetmiyordu tabii, başarmaya.. Dayanmak da gerekiyordu.. Paniğe kapılmadan, yılmadan dayanabilmek..

Bunlar Mustafa Hoca'yı Mustafa Denizli yapan özelliklerdi düne kadar..

Ama bugünün Mustafa Denizlisi korkaklar korosu karşısında dayanma gücünü yitirmiş, riske girmekten kaçmış, sıraya girmiş, sıradan olmuştu, sanki..

Bu yüzden bu filmi tekrar tekrar izlemesinde yarar vardı..

Film bize yabancı bir meslek üzerine kurulu..

Sporcu menajerliği.. Amerika'da her sporcunun bir menajeri vardır. Sporcunun tüm mesleki ve mali işlerini bu menajerler yürütürler..

Transferleri pazarlayanlar, sponsor firmalarla anlaşmalar düzenleyenler, milyonlarca dolarlık reklam kontratlarını ayarlayanlar hep menajerlerdir. Menajeri olmayanın ilerleme şansı yoktur, ne kadar yetenekli olursa olsun..

Aslında, asıl kulüpler, her cinsten, her branştan sporcuları toplayan bu menajerlik bürolarıdır. Bunların arasındaki rekabet, sporcuların rekabetinden çok daha kıyasıyadır.. Çünkü bu rekabette konuşulan rakam, para, sadece para, hep paradır!..

Tom Cruise, Amerika'nın en ünlü menajerlik bürosunun en gözde elemanı.. Büroya yığınla sporcu bağlı.. Bir gün dehşet içinde, bu sporcuları sadece birer para makinesi gibi gördüklerini, onların dünyalarına zerre kadar ilgi duymadıklarını farkeder..

Sporcuları ile çok daha yakın olmaları gerektiğini düşünür. Bunun çaresi, daha az sporcuyu müşteri olarak edinmektir..

Oturur, düşüncelerini yazar..

"Düşündüklerimiz ve söylemediklerimiz, işimizin geleceğidir" diye de başlık koyar..

Evrensel bir mesajdır bu aslında.. Herkes işi hakkında bir şeyler düşünmekte, ama bin sebeple söyleyememektedir.. Oysa işin geleceği asıl bu söylenmeyen, söylenemeyen düşüncelere bağlıdır. Cruise söyler.. Ve kovulur..

En büyük menajerlik şirketinin, en büyük ajanı bir günde işsiz kalır ve tek başına yola çıkmaya karar verir..

Şirketin muhasebesinde çalışan bekar anne (Velet onun evlilik dışı doğan çocuğu işte) peşinden gelir sadece, Rene Zell Weger.. Ve de, tüm hırsına rağmen, bir adım ileri gidememiş bir Amerikan Futbolcusu.. Cuba Gooding, JR.

Tom Cruise, tüm mesleki geleceğini inançları uğruna riske etmiştir.. Şimdi iş dayanmasına kalmıştır..

Acaba dayanabilecek midir?..

Cuba, Rene'nin de yardımı ile Tom'a "Sevgi"yi öğretir, film boyu, Tom, Cuba'ya sporda başarının sırrını anlatmaya çalışırken..

Tom Cruise gerçekten Oscar adaylığına layık oynuyor.. Cuba Gooding, JR, aldığı Oscar'ı hem de nasıl hakkediyor.. Ama dedim ya, asıl Oscarlık, o velet.. Jonathan Lipnicki..

Ve de Rene Zell Weger, bu ilk seyrettiğim kız, nasıl bir dünyalar tatlısı bilemezsiniz!..

* * *

Şimdi bu filmi muhakkak görün.. Eğer İstanbul'da, eğer Akmerkez'de izleyecekseniz, sinemanın hemen bitişiğinde Park Cafe diye bir restoran var bilirsiniz. Akşam yemeğini de orada yiyin.. Listeye falan bakmadan "Osmanlı Kebabı" deyin..

Ben bunca yıldır kebap yerim, bu kadar lezzetlisini çok az hatırlıyorum.

Osmanlı Kebabı ve Jerry Maguire, harika bir hafta sonu gecesi olur!..


Herkes hain!..

"Darbe üzerine siyaset yapanlar, vatan hainidir" buyurmuş, Bayan Tansu Çiller!..

Darbe söylentilerinin altında yatan ne?..

Refah'tan kurtulmak..

Peki dün ne demişti Bayan Çiller?..

"Refah'a iktidar yolu açmak vatana ihanettir!.."

Refah'ı getirmek vatana ihanet.. Götürmek vatana ihanet!..

Şimdi, garabet, kimde, doğru yanıtı işaretleyin bakalım:

a) Refah'ta

b) Vatanda

c) Çiller'de

d) Bizde!..


Dörtlük!..

Hem de koskoca Meclis'in Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Refahlı milletvekili, lise gençliğimizi, tuvalette herkesin önünde kendini tatmin eden erkekler ve kirlenmiş pedini değiştiren kızlar olarak tanımladı ve bu ağır hakareti yanına kar kaldı ya..

Bir iki yazı çıktı medyada, bu terbiye özürlü adamın üzerine giden..

En hoşuma gidenlerden birini de Ümit Çeliker yazdı..

"Asker postal koyunca, gündeme geldi yine

Yıllardır çözülmeyen temel eğitim işi..

Beş artı üç olursa, toptan sekiz yerine

Sorun çıkarmayacak öğrencilerin çişi!.."


Bizim Duvar

Yunanistan AB konusunda bize destek verdi. Sonra da şöyle diyecekler: "Lütfen şu meteoroloji uydusuna el sallayın.. Size gizli kamera şakası yaptık."

Hakan/Utku


Sevdiğim laflar

Bizi üzmesi gereken, karşılaştığımız imkansızlıklar değil, kaçırdığımız fırsatların geç farkına varmamızdır.

Robert Mallet


Karadeniz'den

Moskova'da inşaatta çalışan Temel, Nataşa'nın evindeyken kadının kocası gelince dolaba saklanıyor. Adam içeri girip de masanın üstünde yanmakta olan bir puro görünce bağırmaya başlıyor,

- Bu puro nereden geldi, söylemezsen öldürürüm seni!

Temel dolabın içinden sesleniyor?..

- Havana'dan, Havana'dan..


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.