kapat

22 MART 1997 CUMARTESI

Kim bu Hans Ayberg?

Danimarkalı bir asilzade mi? Alman Üniversiteleri profesörü mü? NASA'da çalışan gizli Müslüman mıydı? Olağanüstü bilgilerini cinlerden ve ölmüş bilginlerin ruhlarından aldığını söylüyor, doğru mu? Bir büyük gazeteyi ve bir TV kanalını nasıl işletti? Gerçeği benden dinleyin!

Tevfik Yener

Müthiş adamsın Hans.

Televizyonda bir göründün ortalığı karıştırdın.

İlahiyatçı Profesör Sayın Yaşar Nuri Öztürk, bizim Hans'ı Flash TV'deki programına davet etmiş. Yayın canlı. Yaşar Bey'i tanırsınız. TV'deki din sohbetlerinden, dini yazılarından bilirsiniz. Gerçek din bilgini. Çağdaş, aydın insandır.

Yani demek istiyorum ki; Profesör Yaşar Nuri Öztürk güvenilir kişidir. İlahiyat Fakültesi Dekanı'dır.

Hans Ayberg de bir başka profesör. 10 adet kitap yazmış adam. Bunlar kolay yazılır kitaplar değil. Din, dünya, Tanrı, yaratılış gibi konuların ilimini, bilimini, felsefesini yapmış. "İnciğini, cinciğini çıkarmış."

13 Mart gecesi Flash TV: Saat: 21.00. Işığa Çağrı programı.

Programı yöneten Prof. Yaşar Nuri Öztürk ve Prof. Hans Von Ayberg de gecenin konuğu.

Vay sen misin davet eden? Hans öyle şeyler söylüyor ki herkes dilini yutuyor, nefesini tutuyor. Çenesiyle "Arz'dan Arş'a" çıkıyor. Anlaşılmayan "bilimsel" sözcüklerine hayranlık büyük:

"-Vay canına, bizde böyle adamlar yetişmiyor. Baksana Alman'mış." Hans, muhabbetin gazıyla uzayda geziniyor.

Bu TV programından sonra herkes Profesör Hans Von Ayberg'i konuşuyor.

Ertesi gün TV haberlerinde Hans'tan söz ediliyor, dergiler, gazeteler yazıyor. Hepsi aynı soruyu soruyorlar: Kimdir bu Profesör Doktor Hans Von Ayberg?

*Kendisinin söylediği gibi; Danimarkalı asil bir ailenin Alman pasaportlu aristokrat oğlu mu? Yoksa, kimliğini gizleyen bir Türk mü?

*Önce Hıristiyandı da, sonra mı Müslüman oldu? Yoksa Anadolu'nun bir yerinde Müslüman mı doğdu?

*Kopenhaglı mı, Denizlili mi, Sivaslı mı, Ispartalı mı? Yoksa Konyalı mı?

*Gerçekten profesör mü? Doktorası, profesörlüğü Heidelberg, Freiburg, Sorbon Üniversiteleri'nden mi, yoksa kaldırım üniversitesinden mi?

*Saçları gerçekten sarı mı? Yoksa aslında siyah saçlı da, sarıya mı boyuyor?

*Acaba saçları takma mı, kendi saçı mı. Firkete ile mi tutturuyor? Yoksa ekme saç mı?

*Şarlatan mı, bilgin mi?

Herkes işte bu soruları soruyor.

Bu arada, Hans'ı programına çıkarıp "günün adamı" yapan Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ün bir sözü dikkatten kaçıyor "-Ortada adamın 10 kitabı var kardeşim."

Yani, TV programına çıkardığı Hans'ı kaldırımdan toplamadı Yaşar Bey. Ben, televiyon programı yapsaydım Hans her defasında alırdım, ratingi de tavana vurdururdum. Rakip tanımazdım. Hatta bir yıl önce hazırladığım bir TV programının planında Hans sürekli vardı. Çünkü Hans "çok ilginç" bir kişidir. TV programım gerçekleşseydi Hans'ı daha önce tanıyacaktı herkes. Ama her hazırladığım TV programı gibi o da buzdolabında kaldı.

Demek ki Hans'ı TV programında düşünmekte isabet etmişim. Konuk olduğunda bile ortalığı nasıl karıştırdı.

Şimdi yukarıdaki sorulara tek tek cevap vermeye çalışayım.

Hans'ı yakından tanırım. Çünkü onu "medyatik şahsiyet" yapan benim.

1983 yılında, Mazlum Göknel arkadaşımla birlikte Posta adında aile gazetesini yayına sokmuştuk.

Gazetemiz 700.000 gibi çok önemli satışa ulaşmıştı.

Bir hanım okurumuz telefon ederek "Yıldız Falı tatmin edici değil, daha genişletemez misiniz?" dedi.

Hemen bir astroloji uzmanı aratmaya başladık. Kim tavsiye etti hatırlamıyorum "Bu işi çok iyi bilen biri var" dediler. "-Getirin o zaman" dedik.

Ertesi gün odaya bir hippi girdi. Uzun boylu, zarif, temiz yüzlü bir genç. Elini kibarca uzattı:

"-Bendeniz Doçent Doktor Hans Von Ayberg."

Mükemmel bir Türkçe ile konuşuyordu. Alman veya Danimarkalı vurgusu yoktu dilinde. Kanarya sarısı saçları başına bir firkete ile tutturulmuştu.

Ben şaşırmıştım. Yıldız Falı uzmanı olarak beklediğimiz kişi Alman çıkmıştı. Oturmasını rica ettim ve sordum:

"-Siz Alman mısınız Herr Von Ayberg?"

"-Hayır Danimarkalı'yım, fakat Alman vatandaşıyım."

Enteresan.

Hans, ufak bir para karşılığı "fal" köşemizi yazıyordu. Onu merak ediyordum.

Yazısını getirdiği bir gün Almanca çevirmen arkadaş işten ayrılmıştı. Hans'a bu işi teklif ettim. Alman değil miydi, o zaman Almanca'dan çeviri yapabilirdi.

Hemen kabul etti. İşte onu, birlikte çalışınca tanımaya başladım.

Çevirilerindeki Türkçe'sinin güzelliği dikkat çekiciydi.

Bir süre sonra Hans'ın sadece Almanca'dan değil, İngilizce'den, Fransızca'dan, İtalyanca'dan, İspanyolca'dan çeviriler yaptığını gördüm. Hayret ki ne hayret.

Adam hiç ses etmeden, kafası önünde çalışıyor da çalışıyor.

Bu arada senli benli olmuştuk:

-Hans sen kaç dil biliyorsun?" diye sordum.

-Hemen hemen bütün dilleri..." cevabını verdi.

-Yani?

-Rusça, Arapça, Farsça ne bileyim biraz Hintçe filan bilirim işte...

Esrarengiz adamdı. Nezaket icabı özel yaşamıyla ilgili soru da soramıyordum. Hans'ın anlattıklarıyla yetiniyordum.

Almanya'da Heidelberg ve Freiburg, Fransa'da Sorbon Üniversitelerinde okumuştu. Doçentti. Ne doçenti? Soramadım, o da söylemedi.

Ancak; hangi dilden çeviri yapsa mükemmel yapıyordu. Bilimsel zor konuları bile uzmanlara parmak ısırtacak ustalıkta çeviriyordu.

Kadınlar Hans'ın peşinde

Hans'ın kimliği, geçmişi hakkında merakım iyice artmıştı. Bu sırada okurlardan gelen telefonlar ve mektuplar dikkatimi çekti. Hemen herkes Hans'tan "bir çare" bekliyordu. Yıldız Falı ve astroloji konusundaki yazıları okuru çarpmıştı.

Hans ile tanışmak, fallarına baktırmak istiyorlardı.

Bir süre sonra gazetenin kapısını Hans'ın okurları kuşatmaya başladı.

Kadınlar, görevlilerle kavga ediyor, Hans'ı görmeden gitmek istemiyorlardı.

Mazlum'la karar verdik Hans'ın astroloji köşesini hemen yarım sayfaya çıkardık. İlgi her gün arttı. Yetmedi tam sayfa yaptık. Mektuplar çuvallarla geliyordu. Yetmedi bir buçuk sayfa yaptık. O da yetmedi iki sayfaya yaydık Hans'ı. Şimdi o, tam iki gazete sayfasının yazarıydı.

"Yüzüğümü kim çaldı Sayın Ayberg?"

Hans'tan çare bekleyenler neler sormuyordu ki? Hatırlıyorum bir kadın yazmıştı:

"Sayın Hans Ayberg. Çok kıymetli tek taş yüzüğüm evde kayboldu. Yüzüğümü nerede bulacağımı söyler misiniz?"

Bizim Hans da gazeteye şöyle bir cevap yazmış:

"Yüzüğü görümcen çaldı. Sen üzülesin diye yaptı. Bir haftaya kadar yüzüğü getirip yatağının altına bırakacak. Bekle, sakın üstüne gitme yoksa kan çıkar."

Bunları okuyunca Hans'a dedim ki:

"-Gözünü seveyim böyle şeyler yazma. Kadın gidip görümcesinin boğazına sarılırsa?"

Hans kendinden emin cevap verdi:

"-Merak etmeyin efendim. Kan çıkmayacak. Kadın yüzüğüne kavuşacak."

Hans'ın davranışları zaten garipti. Fazla üstelemedim. Aradan 10 gün geçti. Yüzüğünü kaybeden kadın gazeteye gelerek Hans'ın ellerine sarılmaz mı? Yüzüğü yatağın altında bulmuştu. Hem de görümcenin misafir geldiği gece.

Acaba Hans bizi etkilemek için bir tanıdığına "yüzük oyununu" mu oynatmıştı? Bu kuşkum uzun sürmedi. Hans'a teşekkür için gelen kadın sayısı o kadar arttı ki, bu kadar oyuncu tanıdık bulamazdı. Bir çok isabetli kehanetlerde(?) bulununca Hans'ın şöhreti iyice arttı. Kadınlar ağızdan ağıza Hans'ın ününü yayıyordu.

Her sabah gazetenin kapısında gördüğümüz 10-12 kadar hanımın Hans'ın okuru olduğunu biliyorduk artık.

Yabancı Profesörlere karşı bizim Doçent Hans Ayberg

Bir gün ünlü bir bilim dergisinden çeviri yapıyordu. (New Scientist veya American Scientist olabilir.) Birden durdu. Bana geldi:

"-Bu dergide verilen formüller yanlış."

Öf, sıkılmıştım artık:

"-Hans çok işim var. Allahaşkına tiyatroyu bırak, zamanımı çalma. Yani, o derginin profesör yazarları yanlış biliyor öyle mi?"

-Evet. Yanlış yazmışlar.

-Doğrusunu sen biliyorsun ha?

-Evet efendim. Bu kimyasal formüllerin sonucu yanlışa götürüyor.

-Sen nereden biliyorsun peki?

Bu soruma yanıt vermedi. Kırılmıştı, gitti yerine oturdu. Söylenmeye başladı:

"-Formüller yanlış işte..."

Çok yorgundum, sinirliydim. Fırladım, elinden dergiyi kaptım ve bağırdım:

"-Yaz bakalım doğrusunu o zaman."

Hemen karalamaya başladı, Hans'ın yazdığı kağıdı ve dergiyi bir arkadaşımıza vererek:

"-Hıfzısıhha'ya veya Kimya Fakültesi'ne git. Nereye gidersen git, güvenilir bir kurumdan hangisi doğruymuş öğren. Doğruyu da, yanlışı da tasdik ettir." dedim. Yaptığı ukalalığa karşı Hans'a "mahçubiyet" cezası verecektim.

Amma velakin.

İşte bundan sonrası gerçekten ilginç.

Hans'ın yazdığı formül doğru çıktı. Yahu nasıl olur? Bayağı şaşırmıştım. Derken; bir ay sonra şaşkınlığım müthiş bir meraka döndü. Çünkü aynı dergi, bizim tartışmalı formülle ilgili, bir önceki sayısında yaptığı hatadan dolayı özür diliyor "düzeltme" yayınlıyordu. Düzeltme Hans'ın yazdığı ve bizim profesörlerin onayladığı gibiydi.

Böyle bir şey olamazdı. Hans başıma dikilmiş dergiyi gösteriyordu. Donuk bakışlarla yüzüme bakıyordu. Ben de ayağa kalktım:

"-Bana bak. Formülün doğrusunu nasıl bildin söyle bakalım" dedim.

"-Bakın. Ben kimyacı değilim. Ama her konuyu herkesten iyi bilirim. Çünkü benim temasta olduğum cinler, ruhlar var. Onlara danışıyorum. Dünyanın en zor problemlerini, fizik-kimya formüllerini saniyede çözerim. Çünkü ruhlar bana hemen doğrusunu iletiyor."

-Yaaaaa?

-Evet öyle Tevfik Bey. Size garip gelebilir ama doğrusu budur.

Ben şimdi ne diyeyim? Belki tesadüfen bildiği bir formül karşısına çıkmıştı. Ama biliyordu ya.

Hans ile çalışmaya devam ettik.

Onun Alman pasaportlu Danimarkalı olduğuna asla inanmamıştım. Doçent olduğuna da. Yıllarım geçti Avrupa'da. Bir Türk'ü Alman diye yutmam mümkün değildi.

Bence Heidelberg veya Freiburg Üniversiteleri'ni de bitirmemişti. Sorbon'u da.

Gelgelelim bu kadar bilgiyi nasıl edinmişti?

"Sen hangi okulda okudun? Gerçeği söyle arkadaş." diye sormak kabalık olmaz mıydı?

Bir hekim kadar tıp bilgisine, bir profesör kadar fen bilgisine sahip gözüküyordu. Dikkat: "Gözüküyordu" diyorum, "sahipti" demiyorum.

Çünkü biz gazeteciydik, hekim veya kimyager veya fizikçi değildik. Ama, uzmanlara her kontrol ettirdiğimde Hans'ın yazdıkları hatasız çıkmıştı. Az bilinen dillerden çevirilerini bir bilene sorduğumda "doğru tercüme" yanıtı almıştım.

Ne diyeyim? Demek ki çok bilgili çocuktu.

Bilgilerini cinlerden ve ölmüş bilim adamlarının "arkadaş olduğu" ruhlarından aldığını söylüyordu. İşte o kadarını bilemem.

"Sana cinlerimi gönderiyorum Ali!"

Bir gün gazeteci arkadaşımız Ali Galip Vural nedense Hans'a kızdı. Bir işi aksatmıştı herhalde. Çünkü Hans, bir gün atom karınca gibi çalışır, iki gün işi sallardı. Üç gün biyonik adam olur, iki gün kaybolurdu.

Ali Galip epey söylendi. Daima sakin tabiatlı olan Hans:

"-Ali Bey. Bana hakaret ettiniz. Size cinlerimi gönderiyorum. Onlar sizi cezalandıracak" dedi. Ali ve hepimiz güldük.

Üç gün sonra Ali Galip bana geldi, bakın ne dedi:

"-Abi şu Hans'a söyleyin cinlerini üstümden çeksin. Üç gündür her işim ters gidiyor. Arabayı çarptım, aileden ağır hastalanan oldu, maddi manevi hasar görüyorum."

-Ali, herhalde dalga geçmiyorsun?

-Abi lütfen. Böyle nezaketsizlik benden bekler misiniz

Ali Galip, aklı başında bir arkadaşımızdır. Doğaüstü olayları da iyi bilirdi, din konularını da. Ters giden işlerinden "öyle bunalmıştı ki, kurtulmak için Hans'ın cinlerini bile kabule razıydı" diye değerlendirmiştim. Belki de çok kişi Hans'ın "gücünü(?)" böyle durumlarda hissetti(!).

Adnan Kahveci sormuştu "Hans nedir?"

Hans, yazılarıyla artık şöhret olmuştu. Gazeteden uzaklaşmaya başladı. İşleri iyice aksatıyordu. Bir gün ciddi olmasını söyledim. Başını eğdi:

"- Dört çocuğum ve bir karım var. Çok kazanmam gerekiyor. Fal bakıyorum, iyi para veriyorlar."

Hans evliliğini de şöyle anlatmıştı:

"-Sokakta dört çocuklu bir gariban kadın gördüm. Kadın - Açım, çocukların babası beni sokağa attı- dedi. Ben de tuttum o kadınla evlendim."

Bir süre sonra tamamen kaybolan Hans'tan haber aldığımda Ankara'daymış. Rahmetli Adnan Kahveci bir gece evden aramıştı:

"-Yahu bu Hans Ayberg diye biri var. Olağanüstü yeteneklerinden söz ediliyor. Senin gazetede çalışmış. Nasıl biridir?" diye sormuştu.

Ben de Adnan Kahveci'ye "Fal mı baktıracaksın?" diye sordum. Gülmüş şunları söylemişti:

"-Ankara barlarında servet karşılığı fal baktığını söylediler. Bir de kitap yazmış. Boş adam da değil. Kafa karıştıran bir tip. Bunlar sonradan cemaat, tarikat kurmaya kalkarlar bela olurlar. Gerekirse takibat yaptıracağım."

O zaman bakan olan Kahveci'ye, Hans'ın "o bildiği tür" din taciri üçkağıtçılar kadar uyanık olmadığını, saf bir "uçuk" olduğunu söylemiştim. Yıldız Falı bakıyor, Tarot açıyor, kehanetlerde bulunuyordu. Anlattığı "bilimsel masallar" çevresini heyecanlandırıyor ve topladığı ilgiden mutlu oluyordu.

Eğer Ali Kalkancı'nın ticari zekası Hans'ta olsaydı şimdi trilyon yapmıştı.

Neyin nesi bu Hans Ayberg?

Kendisine "Hans Ayberg" diyor. Gerçek ismini asla öğrenemedim. "Bizim Hans"ın rüzgarına dikkat edilmeli. Yazdığı 10 kitap neden rekor sayıda okuyucu buluyor? İlahiyatçılar, fizikçiler, biyologlar ve diğer bilimciler ne sebepten Hans'a ilgi duyuyor?

10 kitap dolusu yazı yazmış. Bu kadar bilgiyi nasıl toplamış?

Cahil deli mi, bilgili deli mi? Dahi mi, anasının gözü tezgahtar mı?

Yazdıkları tamamen saçma mı? Peki, kim incelemiş?

Bu soruların cevabı yok. Yazdıklarını yalanlayan bir uzman da duymadık. Belki de "deli saçması" diye bilim adamları kitaplarını okumuyor. Bir okusunlar.

***

Peki Hans neden "profesörüm, quantum fizikçisiyim" diye yalan söylüyor?

Bunun adına "ruhsal ben" derler (psychological me). Yani: Ruhsal ben'ci, kendinde bütün bedensel ve ruhsal niteliklerin varolduğuna inanır. Bu kadar bilgi kimde bulunabilir? Ancak bir profesörde. O zaman "profesörüm" diyeceksin. Yutarlar mı?

Bazı bazı yutturdu işte. Tercüman Gazetesi 10 yıl kadar önce Hans'ı "Allahtanımazken Müslüman olan Alman Profesör" diye tanıtmıştı. Hans orada bir "Alman profesör olarak" gazetenin anonsuna göre: Allahtanımazlıktan kurtulmanın yolunu anlatacaktı.

Anonsu görür görmez Tercüman'a telefon ederek uyarmıştım. Sanırım ya rahmetli Kemal Ilıcak Bey'i ya da Nazlı Ilıcak Hanım'ı aramıştım. Çok yıl oldu unutmuşum.

Büyük rezalet olacaktı. Anonslar hemen durduruldu. Hans ortadan kayboldu.

Yalan söylemeseydi...

Hans boş değil. Bir kaç dili iyi biliyor. Din bilgisi güçlü. Fen bilimlerinden haberdar. Hayli kitap okumuş. Felsefe, sosyoloji de biliyor. Astrolojide uzman. Ancak; çok önemsediği psikoloji konusunda kendine hiç eğilmemiş.

Eğer "Alman, Danimarkalı, Hans, Prof." gibi gereksiz palavralara sapmasaydı saygın bir yer kazanabilirdi. Kendisine "şarlatan" dedirtmezdi.

Hans olayı, Türk toplumu için önemli bir uyarıdır.

Hans'ın bu kadar ilgi görmesinin sebebi; Yıldız Falı, kehanet tutkunları ve din tartışması meraklısı cahillerin ilgisi. Hans da zaten ortamını "cahil bilmişler" arasında buluyor.

Yıldız Falı'na umut bağlayanlar, kehanete inananlar Hans'ın profesörlüğünü mü araştırır. Fal baktıranlar ne söylerseniz inanmaya hazır tiplerdir. Onların kendisine verdiği önemden Hans sarhoş oldu, attı tuttu: Quantum fizikçisi profesör. Alman ve de Danimarkalı. Bir sürü üniversiteden diploma, doktora ve tezler, tezler.

Çok şey biliyordu ama hiçbirisi değildi.

O kendine bu ünvanları yakıştırıyor, profesörlüğün anasının ak sütü gibi hakkı olduğuna inanıyor ve yalan söylüyor. Yutturuyor da.

O tutulan kitaplarında nedir acaba Hans'ın yaptığı? Alman filozofu Prof. Reichenbach'ın "Setzung" diye adlandırdığı "ortaya atmak, koymak"tır. "Ortaya kumar parası gibi koyulan yargı veya bilgi. Doğru da olabilir, yanlış da. Kazanmak kadar, kaybetmek de var."

"Setzung- yargı koymak" ciddi tezler için söylenmiş. Hans bunu "yersen"e mi uygulamış acaba? Kitaplarını okumadım, fikrim yok.

Din tartışmalarında medyanın büyük hatası

Son yıllarda Türkiye'de "Din Deliliği" yaygınlaştı. Osmanlıca'da "Cinneti diniye" denilen delilik türüne yakın aşırılıkta "din tartışmaları" medyaya yerleşti. Hıristiyanlar'ın da "Folie religieuse" dediği "din deliliği" diyebileceğimiz tartışmalar Müslümanlığa hiç yakışmıyor.

Özellikle TV'lerde her gün din tartışması olunca, dini istismar edene de fırsat doğuyor. Bir takım hokkabazlar bilgin, şeyh diye takdim ediliyor.

Allah'ın buyrukları yorumlanıyor, büyük hata yapılıyor.

Yapılmaması gereken yorumlarla saf insanların kafası karıştırılıyor. Üç kağıtçı yorumcular bu yüzden vurgun ortamı buluyor. Cahil din dolandırıcıları, şeyh ve cemaat sahibi kisvesi altında öyle zengin oluyorlar, öyle semiriyorlar ki uçkurlarını tutamayıp kendilerine sığınan kızların ırzına geçiyorlar.

Şimdi; dini yorumlamak, Allah'ı açıklamak Hans'a, Ali Kalkancı'ya şuna buna mı kalmış?

Oysa:

"Allah'ın buyurdukları yorumlanamaz.

Yorum bir tahmindir. Allah'ın buyrukları üstünde tahminlere dayanarak fikir yürütmek doğru değildir. Çünkü tahminde yanılıp; bir ayeti, Allah'ın kasdına aykırı yorumlama da olabilir. Bu ise sapkınlık olur. ayetlerin dış anlamına inanmak (zahirine inanmak) ve iç anlamlarını (batınını) Allah'a bırakmak gerekir."

Yukarıdaki yorum Sahabe (Hz. Muhammet'in yakınındakiler) tarafından yapılmıştır.

Yaratılışı, evreni, Allah'ı kimse "tam ve doğru" yorumlayamaz. Çünkü evrenin yaratılışından beri, başlangıçtan bugüne akıp gelmek gerekir. Bu mümkün mü? Bir filmin karelerine tek tek bakarak filmi anlayamazsınız. Başından sonuna hareketli olarak izlemeniz gerekir.

Din konularını TV haberlerinde, tartışmalarda şova çevirenler iyi yapmıyorlar.

Cahiller kitap yazıyor, yoruma kalkışıyor çıkar için veya "aferin budalası" olduklarından günaha giriyorlar. Yapmayın.

***

Bizim Hans'a dönelim. Kültürlü, efendi, iyi bir çocuktur. Onun ihtiyacı "profesörlük ve Almanlık" iddiasından kurtulacağı esaslı bir tedavidir.

Hans ve benzerleri nasıl ortam buluyor?

Feodal-dinsel cahillik sürüyor. Tanrı hakkında bilgisizlik "din çıkarcılarının" işine yarıyor. Ölüm korkusu, ölümden sonrasının merakı, Tanrı nedir, yaratılış nasıl olmuştur gibi sorular bazı kimselerde ruhsal bozukluk yaratıyor. O zaman, cahillerin tarifeli akıl hocası yarı cahiller müşterisini buluyor. Yarı cahiller hiç bir konuda bilgi sahibi olmadığından din bilgini kisvesine bürünüyor. Birbirlerini de "alim" diye gösteriyorlar.

Din konusunda sorusu olanlar ve sadece doğruyu öğrenmek isteyenler Diyanet'in "Fetva Bürosu"nu arasın.


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır)
Bu sayfa YÖRE Elektronik Yayımcılık tarafından hazırlanmıştır. Yorum ve önerileriniz için: editor@sabah.com.tr
YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.