kapat

22 OCAK 1997 CARSAMBA

SABAH'IN dev araştırması / 8


Said Nursi, 'Osmanlı Casusluk Teşkilatı'nda

Cumhuriyet Türkiye'sinde ilginç tavır ve görüntüleri ile dikkati çeken Said Nursi'yi, 20.asrın başında Teşkilat-ı Mahsusa'nın gönüllü görevlisi olarak görüyoruz

HULUSİ TURGUT YAZDI

Osmanlı'nın son yıllarında ve Cumhuriyet Türkiye'sinde ilginç tavır ve görüntüleri ile dikkati çeken Said Nursi'yi, 20.asrın başında Teşkilat-ı Mahsusa'nın gönüllü görevlisi olarak görüyoruz. Yani, Osmanlı Gizli Haberalma Örgütü, bir başka ifade ile "Casusluk Teşkilatı"nın görevlisi.

Devletin en önemli birimlerinden olan İstihbarat Örgütü, özellikle savaş dönemlerinde ön plana çıkıyor, ülke bütünlüğünün korunmasında sayılmayacak hizmetler veriyordu.

Yakın tarihimizle ilgili yazılı kaynaklara göre, Said Nursi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın Başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı ile 1896 yılında, İstanbul'da tanışmış. Kuşçubaşı, o tarihte Kuleli Askeri Lisesi öğrencisi imiş.

Said Nursi'nin bu, İstanbul'a ilk gelişi imiş. Erzincan'da karşılaştığı Zor Mutasarrıfı (Vali) Yahya Nüzhet Paşa'dan aldığı bir tavsiye mektubu ile, Padişah Abdülhamid'in Kuşçubaşısı (İstihbarat Başkanı) Mustafa Bey'e ulaşmış. İşte bu tanışma, Said Nursi'nin uzunca bir süre Mustafa Bey'in konağında kalmasını, oğlu Eşref Sencer Bey'le tanışmasını sağlamış.

Yahya Nüzhet Paşa ise, Dışişleri eski Bakanlarından, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra idam edilen Fatin Rüştü Zorlu'nun dedesiymiş

Teşkilat-ı Mahsusa'da

Osmanlı İmparatorluğu'nun son yarım asırlık döneminde çok önemli görevler üstlenen Teşkilat-ı Mahsusa, doğrudan doğruya Başkomutan'a bağlı olarak hizmet vermiş. Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa zamanında teşkilat bağımsız olarak çalışmış. Bu arada, ülkenin siyasi birliğini sağlamak için din ve fikir adamlarına da görev verilmiş. Bediüzzaman Said Nursi, işte böyle bir yapılanma sırasında görev yüklenmiş. Teşkilatın başında bulunan Eşref Sencer Kuşçubaşı, Said Nursi'nin eski bir dostu olduğu için, O'ndan yararlanma yoluna gitmiş. Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde örgütündeki fikir ve din adamlarına da önemli görevler vermiş. Aralarında, Şeyhülislam Hayri Efendi, Şeyh Sünusi, Mahmud Esad Efendi, Hamdi Yazır ve Said Nursi'nin bulunduğu ulamalar, 'Cihad Fetvası' hazırlamış.

Alman denizaltısında

İngiliz, Fransız ve İtalyan'larla savaş halinde olduğumuz bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki Müslüman halkları uyarmak, ülke bütünlüğünün korunmasında dikkatli olmalarını sağlamak amacıyla sözkonusu fetva hazırlanmış. Birinci Dünya Savaşı, İmparatorluğun bütünlüğünü sarsıyor, bir süre önce kaybedilen Balkan topraklarından sonra, özellikle Araplar'ın da kıpırdanmaları, büyük bir tehdit oluşturuyordu. Hilafet makamı, Müslüman halkların, İmparatorluk bünyesinde kalabilmelerini sağlamak amacıyla her yönteme başvuruyor, 'Cihad Fetvası'nı da bu amaçla hazırlatıyordu.

Fetvanın dağıtım görevi de Teşkilat-ı Mahsusa'ya verilmişti. Örgütün Başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı, yanına Said Nursi'yi alıp, Antalya'dan bindiği bir Alman denizaltısı ile, Kuzey Afrika ülkelerine doğru yol alıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa, Cihad Fetvası'nı tüm Müslüman halkların dil ve lehçelerine göre bastırmış, dağıtımına geçmişti. Kuşçubaşı ve Said Nursi de, Kuzey Afrika'da, Osmanlı egemenliği altındaki topraklara gidip, oralarda fetva dağıtacaktı. 1915 yılında gerçekleşen bu görev gezisi sırasında Trablusgarb, Bingazi ve Cabub ziyaret edildi. Said Nursi, Kuzey Afrika'daki görevini tamamlayıp, tekrar Anadolu'ya gidiyor, Van'a ulaşıp, orada kendisini bekleyen talebelerine, "Büyük ve genel bir deprem yaklaşıyor" diyerek, milis kuvveti oluşturuyordu.

Yarın: Fethullah Gülen'in ilginç açıklamaları


Said Nursi: 'İki yüzlülük Müslümanları geriletti'

Doktor raporu ile önce "deli" denilen, ardından da "akıllı" raporu verilip tımarhaneden çıkarılan Said Nursi'yi 20.asrın başında bu defa Selanik'te görürüz. Tarihçi Cemal Kutay'ın tesbitlerine göre Bediüzzaman, o tarihlerde rejimi sarsan, İttihad Terakki Cemiyeti yöneticileri ile temasa geçmiş, İkinci Meşrutiyet'e gidilen günlerde "hürriyetçiler"le birlikte hareket etmeye başlamış.

Üzerinde, garip bir kıyafet varmış. Kaplan postuna benziyormuş. Başında 'Buhara kalpağı', göğsünde de gümüş kemere takılı "Diyarbakır kaması" taşıyormuş.

Selanik meydanında nutuk attı

23 Temmuz 1908'de, İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Said Nursi, bu tarihi olayın üçüncü günü, Selanik meydanında, binlerce kişi tarafından izlenen bir konuşma yaptı. "Hürriyete hitab" isimli nutkunda şunları söylüyordu:

"Diktatörlük ve cehaletle mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi milletçe, gönül ve işbirliği ile başardığımız meşrutiyetle yeniden doğuyoruz, gelişeceğiz.

Yüzlerce yıl geri kaldığımız medeniyet dünyasından, imanımızın kuvvet kaynağı Peygamberimizin amacı yolundaki mu'cizelerden ilham alarak demokrasiye doğru şimendifer (lokomotif) hızıyla ilerleyeceğiz.

Medeni milletlerle omuz omuza geleceğiz. Onlar, bugünkü sonuçlara, öküz arabasına binerek başlayarak eriştiler. Ama biz balonla, şimendiferle zamanı yutacağız, onlara erişeceğiz.

Ben, Kürdistan'ın dağlarında büyümüş idim. Hilafet merkezini (İstanbul'u) güzel olarak hayal ediyordum. İstanbul'a geldim ki, burada insanlar, kalblerinde birbirlerine karşı besledikleri nefret ile iyi giyinmiş birer vahşi halinde idiler.

Anladım ki, hastalığın aslı, bu iki yüzlülüktendir. Bana, deli dediler. Fakat ben, acı gerçeği gördüm ve anladım ki; Müslümanlar, yaşadığımız devrin medeniyetinden geri, çok geri kalmış..."


"Hutbe-i Şamiye" isimli eserinde, parlamenter sistemden söz eder

Said Nursi'nin gençlik yıllarında kaleme aldığı önemli eserlerinden birisi "Hutbe-i Şamiye" ismini taşır. Bediüzzaman bu eserinde, Şam'ın Emeviye Camii'nde 1909 yılında verdiği bir hutbenin metnini yayınlar.

35 yaşında iken Osmanlı'nın Şam vilayetine gidip, tarihi Emeviye Camiinde kalabalık bir cemaate hitaben Arapça olarak verdiği hutbede şöyle konuşur:

"Ey bu Emeviye Camiinde, bu dersi dinleyen Arap kardeşlerim. Size ders vermek, haddim değildir. İçinizde, belki yüze yakın alim vardır. Ben, sizlerin karşısında, medreseye giden bir çocuk gibiyim.

Bildiğiniz gibi, sabah medreseye giden çocuk, akşam eve döndüğünde öğrendiklerini babasına arzeder. O'nun kendisini yönlendirmesini ve bilgilerini onaylamasını bekler. Evet, biz de size nisbeten bir çocuk gibiyiz ve öğrenciniziz. Sizler, bizim ve İslam milletlerinin üstadlarısınız. Ben de, aldığım dersimin bir kısmını siz üstadlarıma şöyle ifade ediyorum:

Bugün Avrupalılar, gelişmede istikbale uçtular. Biz ise, Orta Çağ'da kaldık. Bunun sebebi, altı tane hastalıktır. İşte o hastalıklar şunlar:

e Üzüntü ve ümitsizliğin içimizde dirilmesi,

e Doğruluğun, sosyal ve siyasal hayatta ölmesi,

e Düşmanlığa sevgi beslenmesi,

e İman sahiplerini birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek,

e Çeşit çeşit bulaşıcı hastalık gibi yayılan katı rejim,

e Kişisel menfaatlere kapılmak.

Kur'an eczanesi

Said Nursi, Emeviye Camiindeki hutbesini ise şu cümlelerle bağlar:

"Bu dehşetli altı hastalığa karşı, Kur'an eczanesinden aldığım şu ilacı beyan ediyorum:

e Ümitsizliğe karşı, istikbale ümitle bakın,

e Her zaman doğru olun,

e Düşmanlık yerine, sevgi besleyin,

e Baskı ve zulme karşı, hukukun üstünlüğünü egemen kılın."Said Nursi, Hutbe-i Şamiye isimli eserinde "Meşveret-i Meşru"dan da bahseder. Bu sözünü ettiği kurumun "parlamenter sistem" olduğunu daha sonra açıklar.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Nur Hareketi'ni değerlendirdi:


'Said Nursi Devlet nizamının korunmasını ister'

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Said Nursi'nin kişiliği ve eserleri konusunda bir değerlendirmede bulundu. Diyanet İşleri Başkanı'nın, bu konudaki demeci şöyle:

" Bediüzzaman Said Nursi'nin yazdığı Nur Risaleleri yakın döneme kadar takibe alınmış, her defasında Başkanlığımızca devletin ve rejimin aleyhine birşeye rastlanamadığına dair raporlar verilmiştir. Bilirkişi raporlarımız bu eserlerin faydalı İslami eserler olduğu kanaatini her defasında izhar etmiştir.

Müellif ,eserlerinde İslam inancını ve imani meseleleri kendine has üslupla misaller vererek günümüz insanının anlayışına sunmuştur.

Risale-i Nur'larda Kur'an-ı Kerim'in mucize oluşu gibi, Allah'a ve ahirete iman gibi konular işlenmiş, ayrıca kelami mevzulara da ağırlık verilmiştir.

Din ilimleriyle fen ilimlerinin yanyana beraberce okutulmasını tavsiye etmiş. Eserlerinde İslam inancını akıl ve mantık delilleriyle izaha çalışmıştır.

Daha ziyade ferdin yetiştirilmesine ve ahlaka ağırlık vermiş. Kur'an-ı Kerim'de insanların dünyevi yönünden çok, imana ve ahlaka dair hükümlerin üzerinde durulduğunu belirtmiştir.

Yine eserlerinde sıklıkla Devlet nizamının ve asayişin korunması yolunda telkinlerde bulunduğu görülür.

Bediüzzaman Said Nursi ırkçılığı ve menfi milliyetçiliği şiddetle reddetmiştir.

Kendisi zühd ve takva hayatı yaşamakla birlikte, bir tarikatçı veya tarikat şeyhi olmamıştır.

Peygamberimiz (s.a.v)'in sünnetine sarılmayı kendisine şiar edinmiştir.

Said Nursi'nin, milli birlik ve beraberliğin temini için hayatının her safhasında gayretleri olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda önemli hizmetleri olmuş. İstanbul'un işgalinde İngilizlere karşı cihad fetvası yayınlamıştır. Şeyh Said isyani dahil, birçok menfi harekete karşı çıkmış, yatıştırıcı rol oynamıştır.

O'na göre yapılacak en önemli iş 'ehl-i imanı dalaletten kurtarmaktır.' Bunun yolunu ise insanın kendini, eşyayı ve kainatı algılayışını içine alan 'iman-ı tahkikiyi' yani hakiki imanı kazanmakla mümkün olduğunu söyler.

Bediüzzaman bu yüzyılın başında ,Türkiye'de ve İslam aleminde tartışma konusu olan 'hürriyet' meselesine temas eder. Bir İslam alimi olarak hürriyet düşüncesini ve meşrutiyeti destekler, istibdadı ise şiddetle reddeder.

İslamın hürriyetçi bir düzeni öngördüğünü delilleriyle isbat eder. Münazarat isimli eserinde hürriyeti 'imanın hassası' olarak tarif eder. Yine aynı eserinde hürriyet için 'İslamiyetin bahtını ve Asya'nın talihini açacaktır' demektedir. Öte yandan İslam dünyasının içine düştüğü sıkıntıları da tek kişi veya kişilerce yönetilen istibdat rejimlerine bağlamaktadır.

İslam dünyasındaki 'nemelazımcılık ve ümitsizliğin' karşısına hürriyeti, katılımcılığı istişare, meşru meşveret meclislerini ön plana çıkarmıştır."


Güzel'in açıklamasına Gaziantep'ten cevap

Parlamento'da temsilcisi bulunmayan Yeniden Doğuş Partisi'nin Genel Başkanı Hasan Celal Güzel, "Nur Talebesi Politikacılar" konulu yayınımız üzerine gönderdiği açıklamada, "Ben, Nur Talebesi değilim" demişti. Bu açıklamaya Gaziantep'ten, Nur Cemaati temsilcisi Nazım Gökçek'ten cevap geldi. Gökçek'in açıklaması şöyle:

"Sayın Hasan Celal Güzel, dershanemizin müdavimlerindendi. Sık sık aramıza gelir, cemaatle görüşür, derslerimize katılırdı. Dersaadet apartmanındaki dershanemize pekçok defa gelmiştir. Milletvekili seçimlerinde, ANAP'tan aday oldu. Nur Cemaati olarak sildik, süpürdük. Sekiz milletvekilliğinin altısını ANAP kazandı. Sayın Güzel, daha sonra bakan oldu. Cemaatimize şükranlarını sundu. Gaziantep'e, bakan olarak gelişlerinde, dershanemizi ziyaret etti. Görüştük, ders yaptık. Yanlarında, arkadaşları da vardı. Ben, bu cemaatin gayreti ile milletvekili seçildim, dedi. Ama şimdi, bütün bu ilişkileri siliyorsa, kendileri bilirler. Zorla, sen Nur Talebesisin, diyecek halimiz yok."


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır) YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.