kapat

16 OCAK 1997 PERSEMBE

Nur Hareketi 1'inci gün özeti


Nur Medresesi'nde bir bakan

DYP'li Çevre eski Bakanı ve Manisa Milletvekili Rıza Akçalı, "Nur Cemaati" üyelerinden biri. Nur Hareketi kurulduğu günden itibaren içinden çok sayıda siyasetçi çıkardı. Kimi ünlü siyasetçi ise "Nur Hareketi" ile yakından ilgi kurdu.

Oysa günümüzde sayıları binleri bulan Nur Medreseleri 70 yıl boyunca sık sık polis baskınına uğradı. Nur Medreseleri baskını 1926 yılından beri Türkiye'nin gündemindeydi.

Yakın tarihin çeşitli dönemlerinde gazeteler "Nurcular basıldı", "Nurcular, ayin yaparken yakalandı" şeklinde yazıyor, Ağır Ceza Mahkemeleri'nde 1935-1991 yılları arasında tam 1500 dava açılıyor, ancak Nur Medreseleri'nin içyüzü, iç dünyası basına yansımıyordu.

Hareket, 1926 yılında Bediüzzaman Said Nursi'nin, Van'dan Burdur'a sürgün edilmesiyle başlamıştı. İşte o tarihten bugüne kadar hiçbir basın mensubu Nur Medreseleri'ne girip, gerçek dünyasını kamuoyuna yansıtamamıştı.

70 yıllık Nur Hareketi tarihinde, ilk defa Nur Medreseleri, kapılarını bizlere açtı. Medreselerin yanı sıra, Nur Cemaati de, tüm sorularımızı içtenlikle cevaplandırdı.

Ekibimiz, ilk defa Isparta'daki Eğitim ve Kültür Vakfı Medresesi'ne konuk edildi. 26 Ekim 1996 Cumartesi gecesi gerçekleşen bu çalışma, "Nur Hareketi Tarihi"nde bir kilometre taşı niteliğindeydi.

Isparta'da yaşayan yüzlerce Nur talebesi, ülkemizin özgür ortamında akın akın medreseye toplanıyor, birlikte yatsı namazını kılıyordu.

Saat 20.00'de, Vakıf binasının geniş salonunda, Risale-i Nur dersi başlıyor, Nur talebeleri karşılarında ekibimizi görünce, büyük bir hoşgörü ile çalışmalarımıza yardımcı oluyorlardı.

Salonda, toplumun her kesiminden genç, ihtiyar erkekler vardı. Hepsi, temiz giyimliydi. İçlerinde sakallı olanların sayısı çok azdı. Cemaatin pek çoğu kravat takmış, takım elbise giymişti.

Salonun baş tarafında bulunan bir küçük masada, İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Murat Sarıcık haftalık dersi yapmaya hazırlanıyordu.

Konusu ise "ülkenin bölünmez bütünlüğü" idi. Yine kürsüdeki bir başka koltukta ise Prof.Dr. Ömer Rıza Akgün oturuyor, cemaatle birlikte dersi izliyordu.

Risale-i Nur dersi, 45 dakika sürdü. Cemaat daha sonra fatiha okuyup, çaylarını yudumladı. Ardından, gecenin ikinci ve son dersi gerçekleşti. Nur dershanesinde bir profesörle öğrencisi, işadamı ile işçisi dizdize oturup, Risale-i Nur dersini takip ediyordu.


Said Nursi 16 yaşında hançer kuşandı

70 yıldan beri Türkiye'nin siyaset sahnesi ve inanç dünyasında hep gündemde kalıp, fırtınalar koparan Said Nursi, 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesi, Nurs köyünde doğdu.

Ruslar'ın, Balkanlar ve Kafkasya üzerinden, Anadolu'ya saldırdıkları bir dönemde doğan Said, ileriki yıllarda vatan topraklarının savunulması sırasında kuzeyden gelen bu düşman güçlerine esir düşecekti.

Said Nursi'nin babasının adı "Mirza", annesinin adı ise "Nuriye"dir. Said, yedi kardeşin ortancası olup, Mirza efendinin çocuklarının adı şöyledir: "Dürriye, Hanım, Abdullah, Said, Mehmed, Abdülmecid ve Mercan."

Türk tarihine "93 Harbi" diye geçen bir dönemde çocukluğunu yaşayan Said, ilk manevi bağını Abdülkadir Geylani ile kurdu. İlk öğrenimini Tağ köyündeki medreselerde yaptı. Yörenin ünlü hocalarından Mehmet Emin Efendi'nin dersleri ile eğitime başlayan Said, bir arkadaşı ile hançerli-baltalı kavga sonucu köyüne döndü.

Küçük Said, 10 yaşında medrese değiştirip, Hizan Şeyhi diye anılan Seyyid Nur Mehmet Hoca'nın öğrencisi oldu. İleriki yıllarda ise Arvas bucağında Şeyh Emin Efendi, Bahçesaray'da Mir Hasan Veli medreselerine devam edecekti.

Said Nursi 15 yaşında iken uzunca sayılabilecek bir gurbete çıktı. O tarihlerde Erzurum'a, günümüzde ise Ağrı'ya bağlı Doğubeyazıt'a gidip, Beyazıt Medresesi Şeyhi Mehmet Celali'nin gözetimi altında üç ay süre ile ciddi bir öğrenim gördü.

Molla Said, gündüzleri, sıkı bir eğitimden geçiyor, geceleri ise, Kürtler'in ünlü edebiyatçısı Ahmet Hani'nin türbesinde kalıyordu.

Said'in gençlik yıllarındaki ilk ve en önemli olay, 1889 yılında Siirt alimleri ile münazaraya tutuşması sırasında çıktı. Münazaranın galibi Said ile bir kısım öğrenciler arasında ansızın çatışma başladı. Olaya, Jandarma müdahale ediyor, daha sonra Said, yanında hançer taşımaya başlıyordu.

Zamanla, kendisinin simgesi haline gelen hançerle, saldırganları caydıran bu gence artık yöre halkı "Molla Said-i Meşhur" diye hitab edecekti.


Nur Hareketi tarikat değil, İslami cemaat

Nur Hareketi, Said Nursi tarafından yazılan ve 130 parçadan oluşan "Risale-i Nur" isimli altıbin sayfalık eserleri okuyup, bu kitaplardaki fikirleri benimseyen insanların oluşturduğu bir cemaatin adıdır.

Sözkonusu eserlerin yazarı Said Nursi, bu hareketi şöyle anlatır: "Mesleğimiz, imana ve Kur'an'a hizmettir. Hiçbir vazife, o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Hizmetimizin esası, ihlas (Allah rızasını kazanmak) ve uhuvvettir (kardeşlik)." Nur Hareketi, bir "tarikat" değildir. Risale-i Nur isimli eserleri okumak ve onu yaşamak amacıyla biraraya gelmiş insanlardan oluşan İslami bir cemaattir. Nur Hareketinde tarikat veya başka İslami akımlardan farklı olarak, "İman Hakikatleri" adı verilen "Risale-i Nur" isimli eserleri üzerine dersler yapmaktadırlar.

Cemaatin haftalık toplantılarına "ders" adı verilmektedir. Derslerinde, kamuoyuna yansıtıldığı biçimde hiçbir şekilde ayin yapılmamaktadır.

Nur Hareketi bir tarikat olmadığı gibi bir dernek, hatta bir siyasi cemiyet hiç değildir. Said Nursi, cemaatini anlatırken şöyle der:

"Ehl-i tarikat değil, ehl-i hakikatiz.

Rehberimiz Kur'an, Şiarımız (önderimiz) iman ve irfandır (eğitim)."


Almanya ve Hollanda medreseleri

SABAH ekibi, Isparta, Erzurum ve İstanbul Nur Medreseleri'nin yanı sıra Almanya ve Hollanda medreselerini de ziyaret etti. Oralardaki cemaat mensupları ile görüşüp, Risale-i Nur derslerinde hazır bulundu. Ülkemizin gündemini 70 yıldır işgal eden, ancak kamuoyu tarafından yeterince bilinmeyen Nur Hareketi, medreselerin, ekibimiz tarafından ziyaret edilmesiyle yeni bir boyut kazandı. Nur Hareketi, tüm ayrıntıları ile kamuoyunun bilgisine sunulur hale gelmişti. Zihinleri meşgul eden sorular, bu araştırma dizisinde cevabını bulabilecekti. Artık onlar da "İçimizden biri" idi...

SABAH'ın dev araştırması 2


Said Nursi'nin mezarı Barla'da

27 Mayıs İhtilalcileri, Bediüzzaman'ın Şanlıurfa'daki mezarını açıp, na'şını gizli bir yöreye nakletmişti. Yeni mezar yeri gizliliğini korurken, "Said Nursi'nin cesedi askeri uçaktan, Akdeniz'e atılmış" dedikoduları günümüze kadar sürdü.

HULUSİ TURGUT yazdı

Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarı, Isparta'nın Yenice Mahallesi Mezarlığında bir tesadüf sonucu bulunmuş. Mermerden beşik çatılıp, üstüne de gülağacı dikilmiş. Ancak, araştırmalarımız sonucunda bu mezar yerinin de boş olduğunu, Said Nursi'nin na'şının bir gece vakti hizmetkarları tarafından gizlice alınıp, Barla kabristanına defnedildiğini tesbit ettik.

Kamuoyu, 37 yıldan beri "Devlet Sırrı" olarak gizliliğini koruyan mezar yerini bilmiyor. Ama, Isparta'daki Nur Cemaati'nden bazı kişiler, "Üstad"larının kabrini ziyaret edip, fatiha okuyorlar.

Nur Cemaati Lideri Said Nursi 23 Mart 1960 Çarşamba günü Şanlıurfa'daki İpek Palas Oteli'nin 27 namaralı odasında vefat etti. Cenazesi 24 Mart Perşembe günü İkindi namazından sonra Halil-ür Rahman Camii külliyesinde hazırlanan özel mezar yerine defnedildi. 1873'te, Bitlis'in Nurs köyünde başlayan hayat, Peygamberler Diyarı Şanlıurfa'da noktalandı.

İhtilalle gelen ağır hava

27 Mayıs 1960 Cuma günü gece yarısından sonra Türk insanı, tarihinde ilk defa askeri bir ihtilalle tanıştı. Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve iktidarın tüm kadroları tutuklanıp, Marmara Denizi'nin orta yerindeki Yassıada'ya kapatıldılar. Siyaset askıya alındı, "korku" egemen oldu.

İhtilalciler, Demokrat Parti'nin izlerini yok etmek için özel bir çaba harcıyordu. 10 yıllık DP iktidarı dönemine ait tüm görüntüler bir bir gündeme getiriliyor, geçmiş icraatların hesabı soruluyordu.

İşte o dönemin görülmesi gerekli bir hesabı daha vardı: "Nurculuk Olayı". Bu hareketin taraftarları on yıl boyunca, muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin boy hedefi olmuş, hatta Bediüzzaman Said Nursi yüzünden, DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes'le, CHP Lideri İsmet İnönü acımasız bir siyasi kavgaya tutuşmuştu.

Yıllarca süren bu kavganın hesabını, 27 Mayıs İhtilalini yapan subaylar, Nur Cemaati'nden ağır bir biçimde soracaktı.

Askeri harekattan sonra yurdun dört-bir yanında "Nurcu" avı başlıyor, cemaatin ileri gelenleri tutuklanıp, cezaevlerine kapatılıyordu.

Said Nursi'nin mezarı açılıyor

Şanlıurfa, 1960 yılının temmuz ayında, ikliminde olduğu gibi, siyasi havasında da sıcak günler yaşıyordu. "Milli Birlik Komitesi" adı altında ülke yönetimine el koyanlar, Güneydoğu'daki bu İl'imize yönelik önemli bir karar verme aşamasındaydı.

Şimdi, 37 yıl öncesine dönüp, o günleri ve saatleri nostaljik bir havada adım adım tekrar yaşayalım: * 11 Temmuz 1960 Pazartesi günü Şanlıurfa Valisi Necdet Yalçın ile, Doğu Bölgesi Kolordu Komutanı, askeri bir uçakla Konya'ya gelip, İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak görev yapan Abdülmecit Ünlükul'u, Vilayet'e çağırdılar. Bu öğretmen, Bediüzzaman Said Nursi'nin küçük kardeşiydi. * Konya Valilik makamında, Abdülmecit Ünlükul'a şöyle bir dilekçeyi imza ettirdiler:

"Konya'da oturuyorum. Kardeşim Said Nursi'nin, Şanlıurfa'da bulunan mezarını sık sık ziyaret etme imkanım olmadığı için, cenazesinin ikamet ettiğim bölgenin yakınına naklini dilerim..."

Ünlükul, böyle bir talebi olmadığını söylüyor, ancak o andaki atmosferde başka bir seçeneği bulunmadığından, daha önceden hazırlanıp, önüne konulan dilekçeyi imzalıyordu.

Abdülmecid Ünlükul, daha sonra II.Ordu Komutanı Orgeneral Cemal Tural'la birlikte askeri uçağa binip, Şanlıurfa'ya getiriliyor ve bir kışlada misafir ediliyordu. * 12 Temmuz 1960 Salı günü Şanlıurfa'da çok sıkı güvenlik önlemleri alınmış, şehirde stratejik noktalar askerler tarafından tutulmuş, orduda izinler kaldırılmıştı.

Bu arada Şanlıurfa'dan, Diyarbakır'a giden bir subay, galvanizli bir tabut yaptırıp, getirdi.

Gece yarısı tanklar, kışladan şehre indi. Bir grup görevli Halil-ür Rahman Camii'ne gidip, Said Nursi'nin mermerden yapılmış kabrini açtı.

Bediüzzaman'ın cenazesi özel tabuta yerleştirildikten sonra, havaalanına götürüldü. Tabut, askeri uçağa sığmadığı için Diyarbakır'dan ikinci bir uçak istendi.

Said Nursi'nin kardeşi anlatıyor

Bediüzzaman'ın kardeşi merhum Abdülmecid Ünlükul, bu kasvetli günleri şöyle anlatmıştı:

"Konya'dan, Şanlıurfa'ya geldiğimiz günün akşamında beni bir askeri jeeple Dergah'a getirdiler. Cami avlusunda iki tabut vardı. Sinirlerim bozulmuştu, hüngür hüngür ağlıyordum. Anladım ki tabutlardan birisi Üstad'a aitmiş. İkinci ise yeni tabutu olarak hazırlanmış. Orada bulunan doktor, mezarı açan askerlerden, Üstadın na'şını, yeni tabuta koymalarını istedi. Onlar, 'Biz açmayız, çarpılırız' karşılığını verdiler. Daha sonra emir yerine getirildi.

Tabut açıldı. Kefen bozulmamıştı. Baş kısmını araladım, na'aşı yeni vefat etmiş gibi duruyor, adeta gülümsüyordu.

Üstadı yeni tabuta naklettiler. Askeri havaalanına geldik. Tabut, uçağa girmediği için daha büyük bir uçak getirdiler. Yeni uçağa yerleştik. Tabutun yanıbaşında seyahat ettim. İki saat sonra Afyon'a geldiğimizi söylediler. Afyon'dan bir ambulansla, Isparta'ya doğru hareket ettik. Gecenin geç saatlerinde Isparta'ya ulaştık. Kenar bir semtte bulunan mezarlığa Seyda'yı (efendi) defnettiler..."

Mezar yeri aranıyor

Said Nursi'nin cenazesi işte böylesine macera dolu bir askeri operasyonla mezarından alınıp, adeta kaybedildi. Bu 37 yıllık süre içerisinde, Bediüzzaman'ın cenazesinin nerede gömülü olduğu konusunda hiçbir resmi açıklama yapılmadı. Her türlü başvuru ise cevapsız bırakıldı. Mezar yeri gizliliğini korurken, "Said Nursi'nin cesedi, askeri uçaktan Akdeniz'e atılmış" dedikoduları günümüze kadar sürdü. Bu arada Nur Cemaati mensupları "Üstad"larının mezarını bulabilmek için Isparta ve Afyon çevresinde aramaya koyuldular. Bunun en ilginci Barla'da cereyan etti. Bir gece vakti gerçekleşen bu mezar arama çalışmasını Barla'lı Hafız Kazım Karaca'dan dinleyelim:

"1961 yılında Konya'ya gidip, Üstad'ın kardeşi ile görüşmeye karar verdik. Avukat Bekir Berk ve eniştem Bahri Çağlar'la birlikte bu ziyareti gerçekleştirdik. Üstad'ın kardeşi Abdülmecid Bey, ağabeyinin nereye gömüldüğünü tam olarak bilmiyordu.

Cenazeyi taşıyan askeri uçağın hangi şehre indiğini bile farketmemiş. Görevliler, Afyon askeri havaalanı olduğunu söylemişler. Konya'dan aldığımız tek bilgi, mezar yerinin çam ağaçları arasında olduğu biçimindeydi.

Yeterli bir bilgi elde edemeden Barla'ya döndük. Bir gece vakti, Barla'nın üst tarafındaki kabristanda, Üstad'ın mezar yerini aramaya karar verdik. Yine üç arkadaş elimize bir lux lambası alıp, mezarlıkta dolaşmaya başladık. Gürültü duydukça, lambayı söndürüyor, daha sonra tekrar yakıp, aramaya devam ediyorduk.

Hem ihtilal şartları, hem de çevredekilerin dikkatini çekmemek için gece aramayı tercih etmiştik. Ama bu aramadan bir sonuç alamadık."

Yaklaşık on yıl önce, Isparta'daki Yenice Mahallesi mezarlığı, Atasoy ailesine ait bir cenazenin defni için kazılırken, dışı teneke kaplı bir tabutla karşılaşıldı. Tabutun, İslami esaslara göre gömülmediği tesbit edildi. Tabutun baş tarafının batıda, cenazenin sağ tarafının ise Kıble'de olması gerekiyordu.

Nur Cemaati'nden, Ispartalı "Atasoy Ailesi" cenazelerini defnederken buldukları tabutun Bediüzzaman Said Nursi'ye ait olduğunu farkettiler. Daha sonra çevresini "aile mezarlığı" haline dönüştürdüler.

Bu arada Nur Cemaati'nin ileri gelenleri de Said Nursi'nin bulunan tabutunu Kıble'ye göre yeniden düzeltip, mermerden bir beşik çattılar. Kitabesine de, Bediüzzaman'ın tüm eserlerinde kullandığı şu sözü yazdılar: "Hüvelbaki", yani "Kalıcı olan Allah'tır."

Bediüzzaman'ın mezarı Barla'da

Said Nursi'nin tesbit edilip düzenlenen mezar yeri bir süre sonra açılıyor, na'şı ikinci defa yolculuğa çıkarılıyordu. Ama bu sefer kararı ihtilalciler değil, Nur Talebeleri vermişti.

Isparta'nın Yenice Mahallesi'ndeki mezar yeri bir gece vakti ansızın açılmış, tabut çıkarılmış ve büyük bir gizlilik içinde Barla'ya götürülmüştü.

Bediüzzaman'ın ebedi istirahatgahı olacak yeni mezar yerini, talebelerinden Bayram Yüksel ile cemaat mensubu birkaç kişi bilecek, Nur Cemaati ise olan bitenden habersiz, "Üstad"ları için her zaman ve her zeminde fatiha okumayı sürdürecekti.

Said Nursi'nin hizmetkarı ve ilk talebelerinden Bayram Yüksel, bu konuda şunları söylüyordu:

"Üstad, kabrinin gizli kalması için vasiyette bulunmuştu. Kesin emri var, yerini açıklayamam. Bir süre önce, araştırmacı bir kardeşimiz, Üstad'ın mezar yerini tesbit için Isparta'dan Barla'ya geliyordu. Yolda, büyük bir kaza geçirdi. Ben açıklayamam. Sizin de araştırmanızı tavsiye etmem." Bayram Yüksel böyle konuşurken Bediüzzaman'ın, kendisine söylediği şu vasiyeti hatırlattık:"Bayram, ölümümden sonra mezarımı bekleyeceksin." Afyon'un Emirdağ ilçesinden Bayram Yüksel, bu vasiyet bilgisini doğruluyor, onun için Isparta İli'ni terketmediğini ifade ediyordu. Bugün yurt içinde ve yurt dışında sayıları milyonlara ulaşan Nur Cemaati, 37 yılı böyle mahzun geçirip, "Üstadları"nın kabrini kaybetmenin ızdırabını yaşadılar. Ama onların tek teselli kaynağı yine Said Nursi'nin şu vasiyeti oldu:

"Benim kabrim gizli olsun. Fatiha nerede okunursa okunsun, ruha gider."

Yarın:

"Nur Talebesi" politikacılar

Molla Said minarede cambazlık yaptı

Yakın tarihimizle ilgili kaynaklar Said'in 19. asrın sonunda Siirt'e gidip, Tillo kasabasındaki "Kubbe-i Hasiye" denilen bir kubbeye yerleştiğini yazar. Said, kapandığı kubbeden hiç dışarı çıkmaz, yemeğini, küçük kardeşi Mehmet getirirmiş. O da, yemeğin suyuna ekmeğini batırarak yiyor, tabağındaki yemek tanelerini ise, çevredeki karıncalara veriyormuş.

Kardeşi merakla sormuş:

"Ağabey, yemeğin tanelerini niçin karıncalara ikram ediyorsun?"

Molla Said ise şu karşılıkta bulunmuş:

"Bunlarda, sosyal hayata sahiplik, çalışkanlık, dayanışma ve görev bilinci var. Ben, karıncaların bu durumunu gördüğüm için, onların cumhuriyetçi oluşları nedeniyle, kendilerini ödüllendirerek, yardım etmek istiyorum."

Said Nursi 1892'de ise Mardin'e ulaşmış. Burada, Şeyh Eyyup Ensari'nin evine konuk olmuş. Şehide Cami'nde de ders vermeğe başlamış. Bir türlü kabına sığmayan genç hoca, Kasım adındaki bir arkadaşı ile birlikte Ulu Camiin minaresine çıkıp, çevreyi seyretmeye koyulmuş. Molla Said, delikanlığın verdiği cesaretle ansızın şerefenin korkuluğuna atlayıp, cambaz gibi dolaşmaya başlamış. Arkadaşı Kasım korkudan gözlerini yummuş, soluğu aşağıda alımış, Said ise cambazlığa devam etmiş. Camiin etrafında toplanan Mardinliler'in heyecanla izledikleri gösteriyi bitiren Said, çizmeden yukarı çıkmış olacak ki, Mardin Mutasarrıfı (Vali) Nadir Beyin, emri ile, şehir sınırları dışına sürgün edilmiş.


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır) YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.