kapat

09 OCAK 1997 PERSEMBE

İyimser olun...

Türkiye`de son bir-iki aydır, hatta son bir-iki haftadır olanbiteni, biraz mesafe alarak izlerseniz, bu ülkenin ve toplumun iflah olmayacağını ve ciddi ve onulmaz bir hastalığa tutulduğunu düşünebilirsiniz.

İnanılmaz bir kaos... Yirmibirinci yüzyılın eşiğinde tasavvur edilemez bir cehalet... Bütün değer sistemlerinin yerlerde sürüklenmesi ve çökmüş hali... Yalancı ya da ucuz hesaplar içinde, inandırıcılıklarını tümden yitirmiş ülke yöneticileri... Sersemlemiş ve doğrultusunu kaybetmiş bir toplum...

Fadime Şahin adlı bir genç bayan ile Aczimendi şeyhi diye takdim edilen Müslüm Gündüz adlı bir vatandaşın uçkuru çevresinde savrulan ve çalkalanan bir kamuoyu... Tesettürlü genç hanımla ilgili her televizyon programı reyting rekorları kırıyormuş!

Bu arada, Susurluk tartışması, araştırması ve sözde soruşturması olanca hızıyla sürüyor. Ama Susurluk soruşturmasıyla ilgili ne hakkında takibat yapılan var, ne gözaltına alınan, ne tutuklanan...

Üç özel timci "vatan kahramanı", bir televizyon kanalında boy gösterdikten sonra, sıra, TBMM Komisyonu ve Sarıyer Savcılığı`na ifade vermeye gelince toz oldular. Şimdi haklarında "gıyabi tutuklama" kararı çıktı. Bravo!

Mehmet Ağar ile Sedat Bucak hakkındaki "dokunulmazlık dosyaları" ne oldu? Kimsenin haberi var mı? Bunlarla ilgilenenler kaldı mı?

Bu arada, Abdullah Çatlı'nın devletin bazı kuruluşları tarafından "karanlık" işlerde kullanıldığı belirlendi. Fakat, ne bunu yapan sorumlular araştırılıyor, ne bu konuda soruşturma derinleştiriliyor...

Bu ne demektir?

Türkiye'nin bir "hukuk devleti" olması yönünde ciddi bir çaba yok demektir.

Bunun yerine, "reyting avcıları", Çatlı hakkında "insani boyut" gerekçesiyle ailesiyle görüşerek, bir "melodram" yaratmaya başladılar. Hiç kimse, aynı "reyting" uğruna, "karanlık cinayetlere kurban gidenler"in aileleriyle, çocuklarıyla görüşme zahmetinde bulunmuyor...

***

Özdemir Sabancı cinayetinin katilinin teslimiyle ilgili gelişmeler de cabası. Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı, bu olaya ilişkin olarak, televizyon ekranlarının karşısında, 65 milyona "masal" anlatıyorlar.

Anlattıkları ertesi gün "yalan" çıkıyor. Ondan sonra, bu yöneticilerin yönettiği ülkede, "güvenlik endişesi" olmadan yaşayacaksınız!

Koca ülke, Sabancı cinayetiyle ilgili olarak Mustafa Duyar adındaki bir "zavallı tetikçi"nin Freudian biyografisiyle zihnini endekslemeye yöneltilmek isteniyor.

Sanırım, ne Sabancı ailesi ve ne de sağduyu sahibi kamuoyu, Mustafa Duyar'ı da, DHKP-C'nin tutuklu liderlerini de merak etmiyor. DHKP-C'yi hangi "devlet birimi"nin, nasıl kullandığını, Özdemir Sabancı cinayetinin ardındaki "gerçeği" merak ediyor.

Tıpkı, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Oral Çelik, Mehmet Ali Ağca gibi "tetiğe uzanan elleri" kullanan "kolu" merak ettiği gibi...

Galiba, beden aynı beden. Yani, "sağ kolu" ile "Ülkücü parmaklar"a, "sol kolu" ile "solcu parmaklar"a cinayet işlettiren beden aynı beden...

Üstelik, bu "kollar" ve "eller", bileklerine ve omuzlarına kadar, kara para ve uyuşturucu işine bulaşmış durumdalar. Türkiye, bu konuda "uluslararası gözetim" altında. Hollanda ve Avusturya, bu nedenle, ülkelerindeki Türk bankalarının işlemlerini durdurdular. Bu, yavaş yavaş, sıranın Almanya'ya geleceğinin ön habercisi.

Türkiye'nin bankacılık sistemi için bundan kötü haber olabilir mi? Bir devletin itibarını bundan daha fazla yaralayacak ne olabilir?

Ne gam. Kamuoyunda reyting rekorları, Fadime ile Müslüm'ün uçkur hikayelerine dönük. Hatta İslami kesim, bile bu konuda birbirine girdi. Yirmibirinci Yüzyıl'da "İslam aydınlanması"nın lokomotifi olması gereken, bu konuda yeterli bilgi birikimine sahip olması beklenen Türkiye, "İmam nikahının şartları" konulu pek hararetli bir "fıkıh" tartışmasına gömüldü...

Şöyle bir mesafe almaya çalışıp Türkiye'ye bakmayı deneyin; veya yurtdışında Internet aracılığıyla Türkiye'yi izleyince nasıl göründüğünü aklınıza bir getirin... "Ne oldu bize? Nereye gidiyoruz?" veya "Ne oluyor bunlara? Ne bu hal?" soruları zihinlerde uyanmaz mı?

***

İyimser olun. Bütün bu olan-bitenler, bu karmaşa, bu umut kırıcı görüntü ve saçmasapanlık, tam da Yirmibirinci Yüzyıl'ın eşiğine gelip dayanmış olmamızla ilgili. Yani, "bu terazi bu sikleti çekmiyor"...

Yani?

Yani, çürümüş, köhne bir devlet yapısı, kapalı rejim, değerlerini kaybetmiş ve Ortaçağ cehaletinde kıvranan toplum; yenilenmeyi, açıklığı, yeni değerleri ve bilgiyi arıyor. Bunun sancılarını yaşıyoruz.

Yeni ve gürbüz bir toplum (ve onun üst örgütlenmesi olan devlet), eskisinin bağrında gelişir ve doğar.

Bir sonraki yazıda "iyimserliğimiz"in ve "iyimser olmanız gerektiği"nin gerekçeleri üzerinde duracağız...


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır) YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.