kapat

09 OCAK 1997 PERSEMBE

İşkence, sansür, asparagas furyası...

Mehmet Ali Birand'ın "32. Gün"ü geçtiğimiz Pazartesi akşamı DGM'nin kararıyla sansüre uğradı.

Birand Sabah'taki köşesinde programına karşı uygulanan sansürü, çerçeve içine aldığı haklı bir protesto yazısında anlatırken şöyle diyordu;

"32. Gün'de yayınlamayı planladığımız 'çocuklar işkenceyi anlatıyor' bölümü resmen sansüre uğradı.

... Çocuklar 'polis amcalarının' neler yaptıklarını, nasıl elektrik verdiklerini, nasıl ıslak yerlerde yürüttüklerini anlatıyorlardı.

RTÜK ile DGM el ele, Türkiye'nin bu yüzünü örtmeye çalışıyor.

Ancak beyler biliyorsunuz, korkunun ecele faydası yok... Eninde sonunda siz değil, bizim düşlediğimiz Türkiye kurulacak..."

* * *

Sevgili Mehmet Ali Birand'ın da yüreğine hepimizinki gibi kök salmış olano ışıklı inancın, "Godot'yu beklerken" oynuna asla dönmeyeceğini biliyorum.

Hem de Tevfik Fikret'in tam doksanaltı yıl önce yazmış olduğu "Hayat" adlı şiirin nasıl bittiğini anımsayarak:

Yarın, ümid ediyorlar ki, bir genişçe adım,

Bir atlayış -ne diyorlardı pek de anlamadım-

Hayatı kurtaracak.

Beşer, bu şimdi muazzep sürüklenen mefluç (felçli)

Adım adım edecek zirve-i halasa uruç. (Kurtuluşun doruğuna çıkacak)

İnan Haluk, ezeli bir şifadır aldanmak.

* * *

Tevfik Fikret karamsardı. Evrendeki değişim dialektiğinin Arz küresindeki insan toplumlarını da içerdiğini bilmiyordu.

Ama diyeceksiniz ki bu değişime -vaz geçtik öncülük etmeyi- neden Türkler bir türlü ayak uyduramıyor?

Hayatı daha kolaylaştırıp daha güzelleştirecek beyinsel bir yaratıcılığa yönelmek yerine, en az çabayla en çoğu elde etme kurnazlıklarına saplanmış oldukları için...

Bu böyle sürüp gidebilir mi?

Hele her onyedi saatte bir, yeni bir doğa yasası insanlığın iradesi içine girerken..

* * *

Güneri Civaoğlu'nun Başbakan Erbakan'la TV'de yaptığı konuşmayı da izledim.

Bir siyaset adamı geleceğe dönük parlak tablolar çizebilir.

Ancaaak...

Ancak teknik sorulara, teknik yanıt vermek zorundadır; asparagas yaparak değil.

Örneğin TCK'nın 160. maddesi, resmi kuruluşlarla yöneticilere ait eleştiriler hakkında -hakaret edildiği iddiasıyla- kamu davası açılıp açılmamasını Adalet Bakanının keyfine bırakmıştır.

Bu madde Musolini'nin faşist ceza yasasından 1938'de alındı. Tek parti despotizminin tipik bir maddesi..

Bugünkü Anayasa'nın, "yasaların herkese eşit uygulanması gerektiği" ilkesine taban tabana aykırı..

* * *

Başbakan Erbakan ise TCK'daki bazı maddelerin bir siyasetçinin keyfine göre uygulanmasını bakın nasıl savundu:

Devlete hakaret iddiasıyla açılacak kamu davaları öylesine yoğunlaşabilir ki, işin içinden çıkamaz bir duruma düşebilir savcılar.. O nedenle bu konuda kamu davasının açılıp açılmamasının bakanlık katında saptanmasında yarar vardır.

İyi doğrusu...

Şevket Kazan Bey, kendisi gibi düşünmeyen yazarlar için 159. Maddeye göre Ağır Ceza Davası açılıp açılmamasında savcıları özel avukatı gibi kullanacak...

Canı isterse hemen kamu davası açılacak, istemezse açılmayacak..

Başbakan Erbakan da bunu savunuyor. Hem de kendi parti sözcüleri Yüksek Askeri Şüra Kararlarına mahkeme yolunun kapalı bulunmasını hukuka aykırı görecek kadar demokrasi aşkıyla yanıp tutuşurlarken...

* * *

Tufan Türenç, dünkü Hürriyet'te Erbakan'ın Civaoğlu'yla yaptığı bu konuşma için şöyle yazıyordu:

"Hoca, pazar akşamı çıktığı canlı yayında, saatlerce insanlarımızın gözlerinin içine baka baka masal anlattı.

Dinlerken içimiz şişti, yüreğimiz daraldı, zaman zaman yüzümüz kızardı.

Bir Başbakan'ın halkını bu kadar aldatmaya hakkı olmamalı.."

Daha başka ne denebilir ki?..


© COPYRIGHT 1997 MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Her hakkı saklıdır) YÖRE Elektronik Yayimcilik A.S.